8 Ekim 2015 Perşembe

SERMAYE DİKTATÖRLÜĞÜNE KARŞI SAVAŞMA İRADESİ GÖSTEREMEYENLER ŞİDDETE HAYIR VE BARIŞ ÇIĞIRTKANLIĞINA SOYUNURLAR - SERKAN CİBRAN


SERMAYE DİKTATÖRLÜĞÜNE KARŞI SAVAŞMA İRADESİ GÖSTEREMEYENLER
ŞİDDETE HAYIR VE BARIŞ ÇIĞIRTKANLIĞINA SOYUNURLAR



“Terör”, “terörist”; “savaş”, “barış”; “hukuk”, “adalet” gibi kavramlar büyülü anlamlar ifade ediyor gibi görünsede pratik karşılıklarını kendinden bağımsız değerlendiremeyeceğimiz apaçık bir gerçeklik oluşturmakta.

Herkesin eşit olduğu, sömürünün açlığın ezen egemen olanların şiddetinin bulunmadığı bir toplumda yaşamıyoruz; dünyanın hali de bundan farklı değil, ve gidişat bunların keskinleşeceğini göstermekte. 

Yaşadığımız toplumsal düzlem tam tersine acı ve gözyaşının yalnızca ezilenlerin bedeli olarak yaşatıldığı, yokluğun yoksulluğun katmerlenerek arttığı ve bu anlamıyla aslında ezen-egemen olanların bütün bu gerçeklik ortasında utanmazcasına ve arsızca “eşitlik”, “hukuk”, “barış” gibi kavramlarla bizleri kandırmaya çabaladıkları, içimzdeki hainler olan sözümona sosyalist ama bir kısmı “sosyal-şoven” bir kısmı “liberal-tasfiyeci” zerzavatın da çanak tutuculuk yaptığı bu sahtelik bizlere yutturulmaya çalışılıyor.

Engels'in deyimiyle en fazla “işçi sınıfının bilinç düzeyini ölçmeye yarayan” bir gerçeklik olan genel oy, seçimlerde oy kullanma hakkı, karşılığı çok büyük işler getirecek bir gerçeklikmiş gibi bize allanıp pullanıp önümüze sürülmeye çalışılıyor. Nice mücadeleler ve bedeller eliyle kazanılan haklar sanki parlamenter mücadele ile kazanılmışmış gibi yanılsamalar yaratılıp, parlatılıp önümüze sürülüyor. Tüm bu gerçeklik yaşanırken elbet, ezilen emekçilerin, kürtlerin, yoksulların evlerine sıralı biçimlerde ateşler düşüyor, acıyla sınanıyor yürekler.

Dediğimiz gibi yaşadığımız toplumsal düzlem ne yazık ki ezen-egemen olanlarla ezilen-sömürülen yığınların keskin ayrımlarına dayanan ve bu anlamıyla hayalleri, hedefleri ve dünyaları bambaşka olan iki kutuba işaret etmekte.

İKİ AYRI SINIF İKİ AYRI DÜNYA!

Böyle bir sınıfsal kutuplaşma gerçekliğinde kavramların kendisi dahi aslında hangi sınıf zemininden soruna yaklaştığınızın ipuçlarını vermektedir. Ezen-egemen olanlar ve onların sözcüleri “barış” dediklerinde bilmek gerekir ki onlar için “barış” savaşın kısa süreli devamından başkaca Bir şey değildir. Zira kar hırsı ve metalar dünyası gerçekliğinde, öznünü paylaşım mücadelesi ve rakabetin belirlediği bir toplumsal sistemden bu anlamıyla “barış”sever bir karşılık beklemeniz mümkün görünmemektedir. Egemenler ağızlarını her “terör” söyleminde açtıklarında karşılıklarının nasıl olduğunu 92 yıllık cumhuriyet tarihi her pratiğiyle gözler önüne sermiştir. “terör” çığlıkları attıklarında bizler bilirz ki işçi sınıfını ve tüm ezilen kitleleri şiddet dozu arttırılan gerici saldırılar beklemektedir.

Bu anlamıyla bu kavramların her birinin sınıf mücadelesi içerisinde anlamı her sınıf için apayrı bir gerçekliğe tekabül etmektedir.

Erdoğanın sözcülüğünü yaptığı sermayenin kanlı düktatörlüğünün “iç savaş” provalarıyla kürt halkına karşı katliamlar düzenlediği bir zaman dilimini yaşamaktayız. 7 Haziran seçimleri ile Kürt halkının ve tüm ezilenlerin yüreğinde yaratılan coşku, başarmış olmuşluğun verdiği coşku yerini acı, kan ve gözyaşına bıraktı. Her gün gencecik bedenlerin vahşice katledildiği ölüm haberleri eksik değil.

Nitekim ne yazık ki sözümona solcu ya da kürt halkını temsil iddiasında olan “türkiyelileşen” bir öznenin liberal akıllarının pohpohladıklarının aksine parlamentonun kürt halkının mücadelesindeki yeri onun hayal ettikleri, istediklerinin verilmesi değil ne yazık ki küçük kırıntılarla avuturken bir halkın düşlerinin sermayenin diktatörlüğü için ehil hale gelmesine hizmet etmektedir.
Bunun içindir ki aynı liberal akıllar mesele “özsavunma” olduğunda aynı hırçınlıkla saldırmaktan çekinmemekte, “silah bırak” çığlıkları ile bir halkı burjuva diktatörlüğün “insafına” bırakmaktan çekinmemektedir.

Çok derinlemesine anlatımlara gerek yok, burjuvazinin ahırının emekçilerin-ezilenlerin dertlerine çözüm getirmeyeceğini 7 Haziran sonrası Burjuva diktatötlüğünün “ulu” sözcüsü Erdoğan dile getirmişti: “80 milletvekili aldılar da ne oldu!”

Şimdi yeniden parlatmaya devam ediyorlar burjuvaziye yaraşabilmek istercesine “şiddete hayır”, “barış hemen şimdi, kayıtsız şartsız barış”, “pkk silah bıraksın”.... Bütün bu söylemlerin hiçbiri ezilen milyonlar onlara bambaşka anlamlar kattıkları halde onların düşlediği sonuçları getirmeyecektir. Bu ancak içimizden çıkan bu yeni hainlerin Sermaye sınıfının safları arasında güvenceli bir yaşam alanı bulmasını tescilleyecektir.

Ve şimdi onlar haykıracaklar “şiddetseverler”, “derin güçlerin adamları”, “burjuvazinin ekmeğine yağ sürenler”vs. vs.

Çünkü onlar biliyorlar ki bu egemen sömürücü düzenin yıkılması onların karına değildir. Çünkü ezilen-sömürülen milyonların beklentilerini “sol” söylemlerle düzene bağlayıp burjuvazinin bir kanadı olarak rantını yemek onların sınıf doğalarının gereğidir.

Bunların “barış” ve şiddet karşıtlığı o kadar ikiyüzlüdür ki sormak gerek bu liberal akıllara: Bu ilkede müzakere ve ateşkes süreçleri yaşanırken barış mı hüküm sürüyordu? Katledilen gencecik bedenler yokmuydu?

Ben şiddet istiyorum’ diyen bize oy vermesin, biz şiddet istemiyoruz, barış içerisinde çözüm istiyoruz diyenler bize oy versinler"

S. Demirtaş

Aslında bunlara soru sormak gereksizleşiyor; çünkü onlar da bu soruların yanıtlarını biliyorlar. Zira bunların ki burjuva düzene kullanılabilriliklerini ispatlamak, sömürü düzeninin iç dalaşında rol kapmaktan başka bir anlam taşımamakta.

Çünkü görmekteyiz ki bunların sözümona “solculuk”ları düzen solculuğudur. Varlık zeminleri burjuva diktatörlüğünü ve faşist düzeni “her türlü şiddetten” korumaktır. Özellikle Hdp içinde çöreklenen liberal akılların eylemcilikleri dahi, düzenin uysal çocukları olarak yapılacak eylemlerden oluşmaktadır. Onlar için huzur şu sefil ve sözümona “barış” ortamlarında bulunuyor. Oysa temsil iddiasında bulundukları kürt yoksullarının ve ezilen emekçi milyonların hayatı her gün savaş, yıkım, yokluk ve katliam altında geçiyor.

Sermaye egemenliğinin hüküm sürdüğü, kürt yoksullarının katledildiği, bedenlerinin sokaklarda sürüklendiği, gencecik bedenlerin paramparça edilip vehşeti hüküm sürdüğü koşullarda, “barış” çığırtkanlığı, “her türlü şiddeti reddetme” söylemleri; işçi sınıfı ve emekçileri, kürt yoksullarını egemen sömürücüler sınıfı karşısında silahsızlandırmayı amaçlayan gerici bir söylemden başkaca Bir şey değildir.

Kürt halkı devrimci öfkesini kuşanan gencecik evlatlarını bu reformist önderliklerin ellerinden kurtardığında, işçi-emekçilerin gerçek sözcüsü ve öncüsü demek olan devrimci bir parti yaratılıp kürt halkının özgürleşmesi için mücadelesini seferber ettiği zaman, işte o zaman bu burjuva solcularının yaldızlı laflarla gizledikler karşı-devrimci yüzleri teşhir olacak, gerçek “terörist” olan burjuva diktatörlüğünün yanı sıra, onaların çanak yalayıcılarına da hak ettikleri yanıt verilecektir.


Umudumuz o günleri yakın kılmak için mücadelededir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Manşet