SERMAYE DİKTATÖRLÜĞÜNE KARŞI SAVAŞMA İRADESİ GÖSTEREMEYENLER
ŞİDDETE HAYIR VE BARIŞ ÇIĞIRTKANLIĞINA SOYUNURLAR
“Terör”, “terörist”;
“savaş”, “barış”; “hukuk”, “adalet” gibi kavramlar
büyülü anlamlar ifade ediyor gibi görünsede pratik
karşılıklarını kendinden bağımsız değerlendiremeyeceğimiz
apaçık bir gerçeklik oluşturmakta.
Herkesin eşit olduğu,
sömürünün açlığın ezen egemen olanların şiddetinin
bulunmadığı bir toplumda yaşamıyoruz; dünyanın hali de bundan
farklı değil, ve gidişat bunların keskinleşeceğini göstermekte.
Yaşadığımız toplumsal düzlem tam tersine acı ve gözyaşının
yalnızca ezilenlerin bedeli olarak yaşatıldığı, yokluğun
yoksulluğun katmerlenerek arttığı ve bu anlamıyla aslında
ezen-egemen olanların bütün bu gerçeklik ortasında utanmazcasına
ve arsızca “eşitlik”, “hukuk”, “barış” gibi
kavramlarla bizleri kandırmaya çabaladıkları, içimzdeki hainler
olan sözümona sosyalist ama bir kısmı “sosyal-şoven” bir
kısmı “liberal-tasfiyeci” zerzavatın da çanak tutuculuk
yaptığı bu sahtelik bizlere yutturulmaya çalışılıyor.
Engels'in deyimiyle en
fazla “işçi sınıfının bilinç düzeyini ölçmeye yarayan”
bir gerçeklik olan genel oy, seçimlerde oy kullanma hakkı,
karşılığı çok büyük işler getirecek bir gerçeklikmiş gibi
bize allanıp pullanıp önümüze sürülmeye çalışılıyor. Nice
mücadeleler ve bedeller eliyle kazanılan haklar sanki parlamenter
mücadele ile kazanılmışmış gibi yanılsamalar yaratılıp,
parlatılıp önümüze sürülüyor. Tüm bu gerçeklik yaşanırken
elbet, ezilen emekçilerin, kürtlerin, yoksulların evlerine sıralı
biçimlerde ateşler düşüyor, acıyla sınanıyor yürekler.
Dediğimiz gibi
yaşadığımız toplumsal düzlem ne yazık ki ezen-egemen olanlarla
ezilen-sömürülen yığınların keskin ayrımlarına dayanan ve bu
anlamıyla hayalleri, hedefleri ve dünyaları bambaşka olan iki
kutuba işaret etmekte.
İKİ AYRI SINIF İKİ
AYRI DÜNYA!
Böyle bir sınıfsal
kutuplaşma gerçekliğinde kavramların kendisi dahi aslında hangi
sınıf zemininden soruna yaklaştığınızın ipuçlarını
vermektedir. Ezen-egemen olanlar ve onların sözcüleri “barış”
dediklerinde bilmek gerekir ki onlar için “barış” savaşın
kısa süreli devamından başkaca Bir şey değildir. Zira kar hırsı
ve metalar dünyası gerçekliğinde, öznünü paylaşım mücadelesi
ve rakabetin belirlediği bir toplumsal sistemden bu anlamıyla
“barış”sever bir karşılık beklemeniz mümkün
görünmemektedir. Egemenler ağızlarını her “terör”
söyleminde açtıklarında karşılıklarının nasıl olduğunu 92
yıllık cumhuriyet tarihi her pratiğiyle gözler önüne sermiştir.
“terör” çığlıkları attıklarında bizler bilirz ki işçi
sınıfını ve tüm ezilen kitleleri şiddet dozu arttırılan
gerici saldırılar beklemektedir.
Bu anlamıyla bu
kavramların her birinin sınıf mücadelesi içerisinde anlamı her
sınıf için apayrı bir gerçekliğe tekabül etmektedir.
Erdoğanın sözcülüğünü
yaptığı sermayenin kanlı düktatörlüğünün “iç savaş”
provalarıyla kürt halkına karşı katliamlar düzenlediği bir
zaman dilimini yaşamaktayız. 7 Haziran seçimleri ile Kürt
halkının ve tüm ezilenlerin yüreğinde yaratılan coşku,
başarmış olmuşluğun verdiği coşku yerini acı, kan ve
gözyaşına bıraktı. Her gün gencecik bedenlerin vahşice
katledildiği ölüm haberleri eksik değil.
Nitekim ne yazık ki
sözümona solcu ya da kürt halkını temsil iddiasında olan
“türkiyelileşen” bir öznenin liberal akıllarının
pohpohladıklarının aksine parlamentonun kürt halkının
mücadelesindeki yeri onun hayal ettikleri, istediklerinin verilmesi
değil ne yazık ki küçük kırıntılarla avuturken bir halkın
düşlerinin sermayenin diktatörlüğü için ehil hale gelmesine
hizmet etmektedir.
Bunun içindir ki aynı
liberal akıllar mesele “özsavunma” olduğunda aynı hırçınlıkla
saldırmaktan çekinmemekte, “silah bırak” çığlıkları ile
bir halkı burjuva diktatörlüğün “insafına” bırakmaktan
çekinmemektedir.
Çok derinlemesine
anlatımlara gerek yok, burjuvazinin ahırının
emekçilerin-ezilenlerin dertlerine çözüm getirmeyeceğini 7
Haziran sonrası Burjuva diktatötlüğünün “ulu” sözcüsü
Erdoğan dile getirmişti: “80 milletvekili aldılar da ne oldu!”
Şimdi yeniden parlatmaya
devam ediyorlar burjuvaziye yaraşabilmek istercesine “şiddete
hayır”, “barış hemen şimdi, kayıtsız şartsız barış”,
“pkk silah bıraksın”.... Bütün bu söylemlerin hiçbiri
ezilen milyonlar onlara bambaşka anlamlar kattıkları halde onların
düşlediği sonuçları getirmeyecektir. Bu ancak içimizden çıkan
bu yeni hainlerin Sermaye sınıfının safları arasında güvenceli
bir yaşam alanı bulmasını tescilleyecektir.
Ve şimdi onlar
haykıracaklar “şiddetseverler”, “derin güçlerin adamları”,
“burjuvazinin ekmeğine yağ sürenler”vs. vs.
Çünkü onlar biliyorlar
ki bu egemen sömürücü düzenin yıkılması onların karına
değildir. Çünkü ezilen-sömürülen milyonların beklentilerini
“sol” söylemlerle düzene bağlayıp burjuvazinin bir kanadı
olarak rantını yemek onların sınıf doğalarının gereğidir.
Bunların “barış” ve
şiddet karşıtlığı o kadar ikiyüzlüdür ki sormak gerek bu
liberal akıllara: Bu ilkede müzakere ve ateşkes süreçleri
yaşanırken barış mı hüküm sürüyordu? Katledilen gencecik
bedenler yokmuydu?
‘Ben şiddet istiyorum’ diyen bize oy vermesin, biz şiddet istemiyoruz, barış içerisinde çözüm istiyoruz diyenler bize oy versinler"
S.
Demirtaş
Aslında bunlara soru
sormak gereksizleşiyor; çünkü onlar da bu soruların yanıtlarını
biliyorlar. Zira bunların ki burjuva düzene kullanılabilriliklerini
ispatlamak, sömürü düzeninin iç dalaşında rol kapmaktan başka
bir anlam taşımamakta.
Çünkü görmekteyiz ki
bunların sözümona “solculuk”ları düzen solculuğudur. Varlık
zeminleri burjuva diktatörlüğünü ve faşist düzeni “her türlü
şiddetten” korumaktır. Özellikle Hdp içinde çöreklenen
liberal akılların eylemcilikleri dahi, düzenin uysal çocukları
olarak yapılacak eylemlerden oluşmaktadır. Onlar için huzur şu
sefil ve sözümona “barış” ortamlarında bulunuyor. Oysa
temsil iddiasında bulundukları kürt yoksullarının ve ezilen
emekçi milyonların hayatı her gün savaş, yıkım, yokluk ve
katliam altında geçiyor.
Sermaye egemenliğinin
hüküm sürdüğü, kürt yoksullarının katledildiği,
bedenlerinin sokaklarda sürüklendiği, gencecik bedenlerin
paramparça edilip vehşeti hüküm sürdüğü koşullarda, “barış”
çığırtkanlığı, “her türlü şiddeti reddetme” söylemleri;
işçi sınıfı ve emekçileri, kürt yoksullarını egemen
sömürücüler sınıfı karşısında silahsızlandırmayı
amaçlayan gerici bir söylemden başkaca Bir şey değildir.
Kürt halkı devrimci
öfkesini kuşanan gencecik evlatlarını bu reformist önderliklerin
ellerinden kurtardığında, işçi-emekçilerin gerçek sözcüsü
ve öncüsü demek olan devrimci bir parti yaratılıp kürt halkının
özgürleşmesi için mücadelesini seferber ettiği zaman, işte o
zaman bu burjuva solcularının yaldızlı laflarla gizledikler
karşı-devrimci yüzleri teşhir olacak, gerçek “terörist”
olan burjuva diktatörlüğünün yanı sıra, onaların çanak
yalayıcılarına da hak ettikleri yanıt verilecektir.
Umudumuz o günleri yakın
kılmak için mücadelededir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder