20 Ekim 2015 Salı

ÜNİVERSİTELER ve KOMÜNİST DEVRİMCİLER

ÜNİVERSİTELER ve KOMÜNİST DEVRİMCİLER
Özellikle Akp İktidarının yarattığı yanılsamaların kafa karışıklığının ortasında, bir tarafı savaş diğer tarafı seçim ama ileri zamanların belirsizliklerle dolu olduğu bir konjoktürde üniversiteler de açıldı. Ancak özellikle Akp iktidarının üniversiteler dolayımı ile harç vb. uygulamaları kaldırması “akademizm” girdabında savrulan devrimci hareketin buradan sıyrılabilmesine vesile olmadı ne yazık ki...
Oysa Gezi gibi büyük bir kalkışma pratiğinden görmüştük ki, aynı gençlik kitleleri genel olarak akademik-demokratiklik sarmalındaki “ekonomist” bakıştan çok politik gündem ve gelişmelerle daha ilgili ve daha tepkisel bir tutum içerisinde idi. İşte bütün bu gerçeklik dahi sol hareketin toplamının aynı “ekonomist” bakış cenderesinden sıyrılabilmesine vesile oluşturmadı.
İşte bu gerçekliğin bilincinde olarak, özellikle eğitimin “bir hak” olduğu yanılsamasını merkezine alan ve bu doğrultuda eğitimin kapitalist sistem için taşıdığı ideolojik işlevi gözardı eden yaklaşımlardan sıyrılmak bir zorunluluk halini almakta.
Kapitalist eğitimin temel yönelimi; kapitalist üretim sürecinin devamlılığını sağlayacak ve bu sürecin temel unsurları olabilecek bireyleri üretmek, burjuva sistemin bekası için düzene uygun kafalar yaratmak, burjuva ideolojisini insanların bilincine taşımak veböylece düzenin devamlılığını sağlamak, bu sayede toplumun ezilen kesimlerinin denetiminin ve zaptu rap altına alınmasını sağlayacak burjuva uşaklarının yetiştirilmesidir.
Elbette okullar burjuvazinin bütün bu süreçlerinin işlemesinin yeterli ve tek parçasını oluşturmamaktadır. Okulların yanında; aile, işyeri, din, tv, ordu vb. her toplumsal kurumsallaşma “talim-terbiye”nin yani kapitalist eğitim sürecinin birer parçasını oluşturmaktadırlar.
Bu anlamıyla kapitalist eğitim sistemi ve okullar, kapitalizmin bir parçasıdır; yanında,dışında, ya da ayrı bir şekilde tariflenemez ve kapitalizmin sınırları dışında daha “bilimsel”, daha “demokratik” kılınamaz, özü ve işlevi sistemin yeniden üretilmesini sağlamak olan bu kurumların yeniden özerk-demokratik tarzda örgütlenebilirliğini savunmak, kapitalizmin insanın iyiliği için yaratılmış bir sistem olduğunu savunmak kadar abestir.
İşte bu yüzden üniversitelerde komünist devrimci faaliyetin merkezini, bu kurumların “ilerici” hale getirilebileceği yanılsamasını yaymak değil, Kapitalizmin ideolojik kalelerini oluşturan bu kurumları yıkmak doğrultusunda bir tutum alış, çaba ve pratik oluşturmalıdır. Bu alanda da faaliyetin biçimini aslolarak diğer faaliyet alanlarında ve yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi kapitalizme karşı komünist bir dünya kurma mücadelesinin propagandası oluşturacaktır.

KAPİTALİZM, GENÇLİK, EĞİTİM ve ÜNİVERSİTELER - Berxwedan Poyraz


Üniversiteler açıldı. Yeni bir “eğitim-öğretim” dönemine girilmiş oldu. Ülkenin yaşadığı toplumsal gelişmelerle koşut olarak da üniversitelerde benzer politik gelişmelerin kaçınılmaz olacağı bir dönem bizi beklemekte. Ancak toplamda devrimci hareket tablosuna baktığımızda genel siyasi tutum alışlarından bağımsız bir biçimde gençlik hareketine  müdahale edebileceğini beklemek mümkün görünmemekte. Çünkü militan bir devrimci pratiğin öznesi olanlar mesele gündelik siyasete gelince “ekonomizm” den kurtulamıyorlar ne yazık ki...


Böyle bir siyaset anlayışı okulda “öğrenci”olup akademik-demokratik mücadeleye yedeklenen bir pratik izlerken, fabrikada “işçi” olup devrimci bir sınıf perspektifi yerine en fazla “sendikalist bir tutumun parçasını oluşturmakta bir beis görmeyen eklektik bir anlayışın peşinden sürüklenmektedir.

”Demokrasi” programlarına yedeklenen siyasal tutum alışların ve siyasal mücadeleyi proleter devrimci bir içerikten bağımsız, ama aynı zamanda siyasal yansımalarının niteliğine bakılmaksızın her türlü bloklaşma ve cepheleşmeden başka bir anlayış düşünemeyen siyasal tutum alışların, devrimci bir pratiğin parçasını oluşturmalarını beklemek sanırız eşyanın tabiatına aykırı bir durum içerecektir.

Devrimci harekete tablosu bunu oluşturmakla birlikte komünist devrimcilerin kapitalizmin bütün diğer sorunlarında ve yansımalarında olduğu gibi Kurumsal eğitim süreçlerine dair de tutum alışlarını belirleyecek eksen proleter devrimci bir perspektif ve tutum alışın ifadesini oluşturan bir pratiğin inşası olacaktır.

Elbette bu perspektif ve tutum alış iddiasının kendisi akademik-demokratik mücadeleyi küçümsemek ya da  reddetmek tutumu içerisinde olduğumuz anlamına gelmemeli. Komünist devrimciler için tutumu kendisini belirleyen şey eğer böyle bir mücadele ve kitlesel hareket varsa buna devrimci müdahale ve proleter devrimci bir sınıf hareketinin yaratımı doğrultusunda bir perspektifle yaklaşımın temel oluşturması sorunudur.  Yoksa öğrenci gençlik merkezli ve kendi yaşam sorunları üzerinden gelişecek böyle bir kitlesel hareket komünist devrimciler gözlerini kapasalar dahi haklı ve meşru bir hareket olacaktır. Esas meseleyi oluşturan gerçeklik komünistlik iddiasındaki öznelerin tam da nesnel koşulların bir parçası olarak gelişecek böyle bir hareketin yaratımına dair suni bir yaklaşımla pratik bir hat izlemeleri ve akademizm girdabında debelenirken komünist kadro potansiyellerinin faaliyetlerinin heba edilmesidir.

Her toplumsal sorun gibi “eğitim” ve akademik mücadele sorunlarında da komünist devrimcilerin esas tutum alışını “Sınıfa karşı sınıf” şiarında somutlanan perspektif oluşturmalıdır. İşte böyle bir perspektif her toplumsal harekete müdahalede komünist devrimcilerin devrimci bir sınıf hareketinin yaratımını temel alan bir pratiğe kilitlenen faaliyette karşılığını bulacaktır.

Diğer boyutu ile değerlendirmek gerekirse Eğitim de diğer bir çok toplumsal mesele gibi sınıfsal bir zeminden soyutlanan bir pratiğin karşılığı olamaz ve bu anlamıyla eğitimin sınıfsal içeriğini karşı duruşunun temeline koymayan bir tutum alışın üreteceği şey kapitalist “eğitimin” başka bir versiyonundan öteye olmayacaktır.

Formasyon kitaplarında dahi kurumsal eğitimin “insan üzerinde istendik davranışlar yaratma ‘bilimi’” olarak tariflendiği bir gerçeklikte daha “demokratik” daha “bilimsel” ve “parasız” eğitim talebini savunmak eğitimin içeriğini gözardı eden ve aslında kapitalizme dair yanılsamalar yaratan bir gerçekliği oluşturmaktadır.
Kendisi dahi “ağaç yaş iken eğilir” sözcüğünde ifadesini bulan bir yaklaşımın temel alındığı insan üzerinde istendik davranışlar yaratma mantığının kendisinin özgürlükçü komünist bir dünya mücadelesini verenler açısından çeşitli kılıflar altında savunulmasının kendisi kapitalist eğitimin reforme edilebileceğini savunmak kadar tehlikeli bir tutumu işaret etmektedir.

Düzenin koruyucusu ve sürdürücülerini inşa etmeye dönük bir “bilim”in kapitalizm şartları altında daha “bilimsel” olmasını istemek sömürü düzeninin kendisinin  meşru görülmesine kaynaklık edecektir.

Bütün bunlardan öteye yaşadığımız coğrafyada ve dünyada tüm basamakları ile eğitim-öğretim süreçlerinin temelini sermayenin asli amacı olan “kar” dürtüsü oluşturmakta, 4 yıllık eğitim süreçlerinin sonunda “iş hayatı”na atılan ayrıcalıklı azınlık dışında kalan kitleler de yedek güç olarak “işsizler” ordusunu oluşturup sermayenin üretim süreçlerinde sömürüyü arttırıp ücretleri dilediği gibi kullanabilmesinin önünü açan bir tehdit unsuru olarak yedekte bekletilmektedir. Öbür taraftan 4 yıllık eğitim süreçlerinin kendisi büyük çoğunluğu işsizler ordusunun parçasını oluşturacak genel yığınların istatistik tablolarında görünmemesine hizmet etmektedir.

Bu nedenle proleter devrimci bir tutum alış iddiasındaki bir özneleşme için alternatif tutum alış parasız bilimsel ya da demokratik vb. takılarla tanımladığı “özerk demokratik eğitim” anlayışı değil, kapitalist eğitimin toptan reddini merkeze alan bir perspektif ve tutum alış oluşturmalıdır.

Kapitalist sistemi yıkma iddiasıyla yola çıkanların bu sistemin yaşamsal varoluşunu oluşturan her bir araç ve aygıtını toptan karşısına alan, onun reforme edilebileceği yanılsamasını yaratmak yerine  “yıkmayı” ve parçalamayı  merkezine alan bir tutum ve perspektifin parçası olunmalıdır. bu anlamı kapitalist eğitimi karşısına almayan ve “paralı-parasız kapitalist eğitime hayır” şiarını merkeze almayan bir mücadele ve savaşım pratiğinin komünist bir dünya kurma mücadelesi doğrultusunda başarı şansı yoktur.

Paralı-parasız Burjuva Eğitime Hayır!
Öğrenciye İş, Çalışana Öğrenim Hakkı!


11 Ekim 2015 Pazar

Hüznümüz Öfkeye Dönüşecek ve Zafer Yakın Olacak!

Bir başka devlet katliamının ortasında kalmış kimisi gencecik, kimisi uzun yıllardır devrimci mücadele içerisinde olan yoldaşlardı her biri. Başka bir ülkenin ve başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünüyor ve hayatlarını ona göre kuruyorlardı. Daha iyi bir yaşam hakkı için gittiler Ankara'ya ve devlet, başka bir şey istemedi. Katletti devlet başka bir şey isteyen bu insanları çoluk çocuk genç yaşlı demeden.

Suruç'ta, Diyarbakır'da ve Ankara'da hemen hemen peş-peşe yaptılar bu katliamı. Ve size and olsun ki, başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermek adına, bütün varlığımızla birlikte mücadele etmeye, ve bunların hesabını ve devrimini yapacak olan devrimci partiyi kuracağımıza and içeriz.
Devlet'in bu yaptığı ne ilk ne de sondur. Ancak biz korkmadan ve yılmadan her alanda mücadelemizin sesini yükseltmeye ve adınızı göklere ulaştırmaya çalışacağız.
Devlet'in zorbalıkları hiçbir koşulda hiçbir devrimciyi sekteye uğratmamalı ve var gücüyle bunların hesabını verdireceği güne koşmalıdır.

Devrim bir maratondur sonunda ezilenlerin kazandığı.
Devlet'in yaptığı bu katliam, muhtemelen Suruç olayı gibi askıya alınacak ve hiçbir şekilde yapanlar ortaya çıkmayacak ve istifalardan bahsedilmeyecek. Ama inanın güzel gözlü insanlar, biz yılmadan her koşulda ve her durumda devleti sıkıştıracak ve onları suçlamaya ve aynalara bakmaları gerektiğini söyleyeceğiz.

Ve Yılmaz Odabaşı'nın şiirine ithafen;
Kan sıçrattınız sabahın seherine, boğulacaksınız... boğulacaksınız!



                                                                                      DÖRDÜNCÜ BLOK

Rejim Krizi Emekçilerin ve Ezilenlerin Baharı Kılınmalıdır: DEVRİMCİ SONUÇLAR İÇİN DEVRİMCİ BİR ODAKLAŞMA

Yaşadığımız dönem doğrudan işçi emekçiler üzerinden yaşanmasa bile sınıf mücadelesinin giderek keskinleşeceği ve bölgesel savaş ihtimallerinin güncel olduğu ve bu doğrultuda devrimci ihtimallerin de yükseleceği bir dönemi işaret ediyor. Öyle ki burjuvazinin tüm mensuplarının Akp-Erdoğan arkasında bloklaşan bir tutum alış içerisinde bulunarak yaklaşan fırtınaya karşı şoven rüzgarlar estirerek ön alma çabalarına giriştiği bir politik atmosfer karşımızda bulunuyor.

Özellikle kürt halkına karşı girişilen doğrudan imha temelli katliamlar zinciri sermaye cephesinin tedirginliğinin bir diğer boyutunu oluşturmakta.

7 Hazran sürecinde Hdp etrafında bloklaşan liberal-tasfiyeci blok ile haziran hareketinde somutlanan sosyal-şoven reformist bloklaşmaların kendisi bile sermaye için bir tehdit oluşturur duruma gelmesi aslında dönemsel olarak politik atmosferin bıçak sırtı kırılgan bir sürece ilerlediğinin temel göstergelerini oluşturmaktaydı.

Özellikle Suruç katliamı ile birlikte düğmesine basılan yeni “savaş” konsepti TC egemenlerinin gelinen noktada esasen yeni konseptinin de ipuçlarını vermekte idi.

Yaşadığımız günler ölüm haberleriyle yüklenerek sancılı ve acı bir açmazı dayatıyor insanın yüreğine... Evet kürt halkı çocuk bedenlerinden yaşlı bedenlerine aldırılmaksızın katliam saldırılarına maruz bırakılıyor. Kürt halkının temsilcisi iddiasındakiler ve onların liberal-tasfiyeci yardakçıları ölülerimizi ardına bırakarak hala “müzakere” süreçlerinden bahsediyorlar. Oysa bir halk apaçık katliam tehditleri altındayken yapılacak neyin müzakeresidir diye sormuyor kimse.
Burjuva siyasetinin yeni bir aktörü olarak Demirtaş figürü üzerinden “türkiyelileşme” söylemleri ile kürt halkının özlemleri ve devrimci dinamikleri düzene bağlanmaya çalışılıyor. Katliam altındaki bir halkı savunan evlatlarına pervasızca “silah bırak” çağrıları yükseltilebiliyor. Burjuva siyasetin meşru zeminlerine oturmanın rahatlığı ile liberal baylarımız pervasızca parmaklarını savurup abilik taslıyorlar kürdistanın savaşçılarına.

Aynı liberal-tasfiyeci blok “Barış” blokları oluşturup kayıtsız şartsız barış söylemlerinin arkasına dizilen bir tuzukurulukla katliama uğrayan bir halka akıl ihsan ediyorlar.

Ne kürt halkının bağımsızlık özlemi, ne de devrim ve sosyalizm mücadelesi bu nefesi tükenmiş liberal bayların bizleri sokmak istedikleri sınırlara sığar.

Devrimcilik ve sosyalistlik iddiasında bulunan özneler için yaşanan böyle gelişmelerden devrimci sonuçlar çıkaran bir perspektif ile hareket etmeleri beklenir. Oysa mevcut öznelerin büyük çoğunluğu Gezi’de  6-8 Ekim Kobane serhıldanı süreçlerinde gördüğümüz gibi müzmin muhalifliğe gömülmüş demokrasi programlarını bile bayraklaştırmaktan aciz yenilgici bir ruh halinin ifadesi olan bir pratiğin parçası olmuşlardı.

Kürt halkının “demokratik özerklik” programları içerisinde kalan bir zeminde dahi özsavunma pratikleri geliştirmesinin hazımsızlığını yalnızca sermaye iktidarı değil, liberal baylarımız da pervasızca dile getirmektan çekinmiyorlar. Sınıf düşmanımız programının sistem içiliğine rağmen bütün bu özsavunma pratiklerinde, tehlike potansiyelini görüyor, en aşağılıkça ve barbarca şiddetiyle yaygınlaşmasını engellemeye çalışıyor.

TESLİMİYET YENİLGİYE DİRENİŞ ZAFERE GÖTÜRÜR

Bütün bu süreçlerde Devrim ve sosyalizm iddiasının arkasında inatla duran liberal-tasfiyeci bloklaşmalara kapılmayan özneler için hayat başka bir pratik ve tutum alışı dayatmakta acil olarak. Devrimci bir partileşme stratejisinde farklılık taşınabilir, ancak gündemin acilliği tek tek politik öznelerin bu sürece müdahale etmesini sınırlayan bir zemin oluşturduğu gerçekliğini karşımıza çıkarmakta. İşte bu sebeple burjuvazinin sağıyla soluyla ve liberal-tasfiyeci bloklaşmalarının karşısında devrimci bir odaklaşma ve cepheleşme kaçınılmaz ve zaruri bir hal almaktadır.

Devrime karşı sorumluluklar, Devrim ve sosyalizm iddiası gelinen yerde artık hayatın gerisinde kalan, eskiyen ne varsa söküp atmayı, devrimci yenilenme ve statükolardan sıyrılmayı dayatıyor. “Devrim ve İktidar, uzaktayken yakın görünen, kafalar karışıksa, iktidar perspektifi yoksa, yakınlaştıkça da o kadar uzaklaşan soyut hayaller haline gelir. Mevcut dönem devrimci bir odaklaşmanın kendinden çok daha öte sonuçlar üretebilceği gerçekliğini somut bir şekilde karşımıza çıkarıyor. Bunların pratik karşılığının gelmesi ve değerlendirlimesi şu ya da bu politik öznenin kendinden menkul pratiği ile gerçeklebilecek bir zemin oluşturmaktan çok, toplam bir pratiğin inşa edilebildiği koşullarda anlamlı olabilecek ve toplumsal karşılığını üretebilecek bir gerçeklik oluşturmaktadır.

Önümüzde açılan yeni dönem, bu fırsatları değerlendirip statükolarından sıyrılabilen bir cürreti kuşananların olanakları güce ve devrimci bir odaklaşma ihtimalini gerçeğe dönüştürdüğümüzde, devrimci cephe ihtimal dışı olası bir tehdit olmaktan çıkıp, her geçen gün katliamlar ve iç savaş provalarıyla ezilenlerin tepesinde bir balyoz misali savrulan burjuva diktatörlüğünün sonunu getirebilecek kavgayı mümkün ve olanaklı hale getirebilecektir. Bunu başaramadığımız  oranda ise liberal-tasfiyeci bloğun burjuva sistemin restorasyon malzemesi olarak toplamda devrimci hareketi sindirdiği ve tasfiye ettiği bu anlamı ile biriken devrimci potansiyellerin bastırıldığı bir süreç kaçınılmaz olacaktır. Dönem gündelik politikalara yedeklenildiği dar grupçu pratiklerle devam edilebilecek bir dönem değildir. Devrim ve sosyalizm iddiası laf olarak kalmayan tüm özneleşmeler için bu sorumlulukla hareket edilmesinin gerekliliği ve bu anlamı ile ezilenlere çıkış yolunu gösterebilecek bir pratik ve savaşım bir gereklilik olacaktır. Bu bilinçle hareket edenler bilmelidirler ki dönem statükolarından sıyrılıp devrimci temelde odaklaşma,saflaşma, ayrışma, yeniden bütünleşerek devrimci yenilenme ve ileriye çıkma dönemidir.

ÇÜRÜMÜŞ DÜZENİNİ BURJUVAZİNİN BAŞINA GEÇİRMEK İÇİN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEYE!

Bir tarafta “çözüm süreci” denilen yanılsamayı pompalayarak ülkenin her yanında yeni kalekollar, polis noktaları, dört bir yana sivil faşist yığınıklar ve özellikle yeni önleyici “yasalar” çıkaran kapitalist sermayenin Erdoğan-Akp’de cisimleşen iktidarı, aynı “çözüm süreci”nin ne kadar keyfi ve kof olduğunu ispatlarcasına 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra bir anda pratiğe geçen Kürt halkına karşı dizginsiz bir şovenizm ve gerici şiddetle saldırıya girişti.

Elbette, asolarak bütün bu katliam provalarının arka planını esasen sermaye iktidarının küresel ekonomik krizin yarattığı sarsıcı etkinin de tedirginliği ile içerde yaşadığı istikrarsızlık, aynı istikrarsızlığı besleyen bir gerçeklik olarak dış politika alanında özellikle Suriye’deki hesaplarının “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma” sınırına geldiği gerçekliğini oluşturan tutmayan hesapların getirdiği açmazlar da beslemekte. Nitekim seçimler öncesinde birbirleriyle kıran kırana bir rekabet ve mücadele içerisine giren burjuva partileri ve bloklaşmalarının, seçimlerden hemen sonra Sermaye iktidarının bilinen klasik “terörle mücadele” teraneleriyle esasen kürt halkının bölgesel hamlelerinden yaşanılan hazımsızlık ve kürt halkının başkaldıran iradesini sindirmeye yönelik geliştirdiği katliam hamlelerine daha düne kadar kanlı bıçaklı olan burjuva kliklerinin tek bir koro hlinde destek vermesinin kendisi bile Türk sermaye sınıfı açısından durumun ne kadar ciddi olduğunun da göstergelerini oluşturmakta.

Sermaye iktidarı, en büyük sözcüsü Erdoğan eliyle devletin “gücü”nü göstereceğiz kudurganlığıyla, ağzı salyalı bir böğürtüyle höykürüyor. Aynı devlein paralı bekçi köpekleri bu kudurganlığa eşlik eden bir vahşilikle gerillalara karşı uyguladıkları insanlık dışı uygulamaları, sivil kürt halkına da uygulamaktan çekinmiyorlar. Hakkari’de bir inşaat şantiyesini basan bu paralı köpekler yüzükoyun yere yatırdıkları emekçilerin ellerini arkadan bağlayarak, alay edercesine “Ne etti bu devlet?” demekten çekinmiyor. Ya da Cizre’de yaşanan katliamlar dondurucularda saklanmak zorunda bırakılan gencecik cansız bedenler,  Silvan’da yaraladıkları Hacı Birlik isimli bir gencin bir Akrep aracının arkasına bağlanıp yaralı haliyle bedeninin sürüklenip katledilmesi, Ekin Wan isimli kadın gerillanın cnsız bedeninin çırılçıplak teşhir edilmesi sermayenin bu kanlı diktatörlüğünün ne kadar aşağılık ve “gücü”nün nasıl bir şey olduğunu bizlere gösteriyor.

Evet sermayenin kanlı diktatörlüğü olan TC çok güçlü! Bizler o devletin gücünü gencecik silahsız bedenleri paramparça eden vahşetlerinde, 1 Mayıslarda her adım başına “barikat”lar kuran, binlerce polisini, tomasını, gazını kuşanıp, pervasızca şiddet uygulayan gözü dönmüşlüğünden, Gezi’ de katledilen gençlerden, çıkan gözlerden, Roboski’de üzerlerine bombalar yağdırılan yoksul kürtlerin parçalanmış bedenlerinden, “Müzakere süreçleri” sürerken katledilen gencecik çocuklardan, Gezi’den, 6-8 Ekim Kobane’den, Suruç’tan öğrenmiştik. Devletin ne kadar zengin olduğunu da Kürdistan’da dağlara taşlara atılan bombaların çokluğundan, ayakkabı kutularından, masrafları “devlet sırrı” olarak saklanan Kaçak Saray’ın maliyetinden biliyoruz.

Oysa şimdi bu sathı mahalde yeni bir seçim süreci ile karşılıyor aynı aşağılık sermaye sınıfı bizi, utanmadan ve pervasızca yine “demokrat” ve “barışsever” maskelerine bürünerek yüzlerini gizlemekten çekinmiyorlar. Vatan, millet, sakarya, ülkenin geleceği vb. palavralarının ardına sığınıp, bizlerden yeniden “oy” kullanmamızı istiyorlar. Hala utanmadan “yepyeni” projeler ardına sığınıp rüşvet vaadi minvalinde kullandıkları “maaş” vaadleriyle gözümüzü boyamaya çalışıyorlar. 7 Haziran’ dan bugüne ne değişti ki? diye soran olmayacak sanıyorlar...

Hala kanacak mıyız bu palavralara, hala oy kuyruklarına girip, burjuvazinin bize daha iyi bir gelecek yaratabileceği yanılsamalarına inanacakmıyız? Kaderin bizim elimizde olduğu palavrasına inanmayın; artık yeter demenin zamanı geldi de geçiyor. Çözümün sandıklarda değil, tepemize çöreklenen ve her bir kuruşu bizlerin ceplerinden, emeklerinden sömürülen bu sermaye çarkının parçalanması gerekiyor.

Çözümün kendisi bizlere gerekli olanın yeni bir Gezi parkı isyanı, Taksim Komününün gerekli olduğunu anlatıyor. Ancak bu sefer ayrıcalıklı liberallerin peşinden sürüklenen değil örgütlü ve hedeflerini bilen bir tarzda...

Bizlere Gezi isyanında hedeflenen amaçları sonuna kadar götürecek, sermayenin kanlı düktatörlüğünü yıkmamaızın biricik öznesi olacak bir proleter devrim partisi gerekiyor.

Bir avuç asalak olarak tepemizden inmeyen ve her günümüzü karartan burjuvazinin iktidarının korunmasına yarayan devletin,  seçim oyunlarıyla bizleri kandırmasını, bu devletin tepemize inen kurşun ve bombalarını görmezden gelerek hala “bizim” devletimiz olduğunu beklemek, buna inanmak kendi karanlığımızı ve kendi zindanımızı kendi üzerimize kilitlememiz anlamına gelecektir.

Bu düzenin kendisi emekçilerini birer sömürü tezgahı olan atelyelerinde, şehrin en bakımsız köşeleri olan varoşlarında her gün yoklukla, bir lokma bir jırka yaşatıp sömürüye razı ettiği bir düzendir. bilmeliyiz ki bu düzen bütün pervasızlığı ve ikiyüzlülüğü ile hala kendinin allayıp pullayıp önümüze sürüyorsa, hala katliamlarla kürt halkının canına kıyarken “barış güvercini” pozlarına bürünüyorsa utanmadan, bu onların çok güçlü ve engellenemez olduklarından değil, onların bu aşağılık düzenini ortadan kaldırması gereken ezilen, işçi-emekçilerin devrimci bir örgütlülükten uzak kaderine boyun eğen bekleyişinde yatıyor. İşte bunun için seçim oyunlarına, her seçimde kendini aklama operasyonlarına bürünen sermayenin kanlı iktidarını yıkacak, sandıklarını onların başına geçirecek bir devrimci önderliğin yaratılmasından geçiyor.

Bugünden burjuvazinin en sağından soluna bütün parçaları olan kliklerinin bizleri sandıklara çağırmasına kanmadan, düzenin kendini aklama oyununun bir parçası olmadan kendi partimizi, proleter devrimin öncü örgütünü inşa etmemizin zamanıdır.

Düzeni aklama operasyonuna Düzenin seçim oyununa kanmayalım!

İhtilalci partinin inşasına katıl!

Devrim için Devrimci parti gerekir!

Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!

Seçim çözüm değil, Çözüm proleter devrimde

Komünist Bir Dünya Kuracağız!

10 Ekim 2015 Cumartesi

Ankara Katliamı Üzerine Analiz - Harun Yoldaş

Ankara Katliamı

Bu sabah Türkiye, bir katliam ile uyandı. Bir çok kuruluş'un içerisinde yer aldığı "barış, emek ve demokrasi mitingi" ard arda patlayan bombalarla sarsıldı. Türkiye'nin ve Dünya'nın gündemine oturmuş durumdadır.

Erdoğan'ın eliyle yapıldığı açıkça belli olan bu katliam, Bonapartist diktatörlüğünün göstergesi konumundadır.  Burjuvazi, seçim sürecine yaklaştıkça var olan şiddetini arttırmaya devam edecek. Ve Suriyede ki bölgesel sorunda AKP iktidarını zora sokan bir duruma götürüyor. Emperyalizm, Türkiye'de istikrarı istediğini ve şartlar ne olursa olsun, bölgesel sorun yaşamamak adına Türkiye'yi elinden çıkartmak istemiyor. Çünkü Rusya'nın atakları ABD emperyalizmini çok fazla zora sokmuş, ve olası bir istikrarsızlığın açacağı yaraların büyük olduğunu bilmekte. O yüzden olası bir istikrarsızlık durumuna karşı Türk ve yabancı sermayenin Türkiye'de gerçekleştirdiği katliamlarla karşı karşıya kalıyoruz.

1-Savaş Sürecini yaratan etmenler nelerdir ? 

Savaş sürecini başlatan etmen Suruç Katliamı sonrası, PKK'nin silahlı eylemleri olmuş gibi gösterilse de savaş sürecini asıl başlatan etmen, AKP burjuvazisinin dışarıda sıkışması ve kendisini içte rahatlatma çabalarından başka bir şey değildir. Dışarı da siyaset üretemeyip, kendisini var edemeyen AKP burjuvazisi, bu durumu içeriye yansıtmamak adına kendisine muhalefet olarak gören ve milliyetçi-şoven kitleleri arkasına alıp var olan başarısızlığını sönümlendirmek adına, Kürt Hareketi'ne karşı bir savaş başlatmıştır. 

2-Kobane, Suruç, Diyarbakır, 7 Haziran ve Ankara Katliamı burjuvazi için neyi temsil etmektedir ? 

Kobane olaylarında T.C'nin Kobane'ye yardım göndermemesi ile başlayan süreç, bizleri 6-8 ekim olaylarına götürmüş ve T.C'nin dışarıda ki politikalarında ki ısrarını gözler önüne sermiştir. Dışarı'da sıkışan AKP, hareketlenen dinamizmi bitirmek adına, çok şiddetli hareketler içerisinde girmiş ve OHAL durumunu böylece başlatmıştır. Suruç katliamı ise, seçimlerde zora giren AKP'nin son çırpınışlarını temsil etmekteydi. Dışarıda sorun yaşayan AKP burjuvazisi bu sorunu içeride atlatabilmek ve HDP'yi baraj altında bırakmak adına böylesi bir pratiğe girdi. Aynı durum Diyarbakır Mitinginde de yaşanmış oldu. Kobane ve Suriye de ki politikalarının açmaza düşmesi Burjuvazinin kendi iç çelişkilerini yaratmasına sebep oldu. Bu iç çelişkileri, 7 haziran seçimleri sonrasında koalisyona oturamayan burjuva partileri içerisinde net bir şekilde görmüş olduk. Burjuvazinin iç çelişkileri ve açmazları, 7 haziran sonu koalisyonu zora sokmuş, ve dış politikayı da büyük etkisi altına almış oldu. Bu dış politikada ki açmaz istikrarın oluşmaması ve Rusya'nın müdahalesiyle iyicene çözülemeyen bir sorunu ortaya çıkarmıştır. Ankara Katliamı'da dış politika da zora giren AKP iktidarını içte rahatlatmak için uyguladığı bir pratiktir.

3-HDP ve KCK'nin açmazları

HDP'nin var olan pratiği, AKP iktidarını karşısına alabilecek ve muhalefet oluşturup onun tahtını zora sokabilecek bir duruma işaret etmemektedir. HDP, barış diye naralar attıkça devlet şiddet gösteriyor. Ve hiçbir şekilde barışa inanmadıklarını, istemediklerini açık açık gösteriyor. Bu kırılmayı da İŞİD ve Kürt hareketi mücadelesinde ki OrtaDoğu'da ki iktidar ilişkileri belirlemiştir. Kürt hareketinin böylesi bir dinamizme ve mücadelesine karşı AKP iktidarı kendi tahtını zora sokmamak adına, Kürt hareketini karşısına almış ve parlamenter düzeyde doğrudan HDP'ye yüklenmiştir. 
HDP'nin 7 haziran sonrası hiçbir politika geliştiremeyerek, sürekli kendini tekrarlaması ve Orta Doğu'da ki iktidar ilişkilerini iyi analiz edemeyerek salt savaş gücü açısından kendisini var etmesi orada bir politika üretememesi kendi sonunu hazırlayan bir sürece sokmuştur. HDP, sağa kaydıkça daha fazla yalpalama yaşamaktadır.
HDP, Kürt halkını da arkasına alarak, PKK-KCK ile olan atışmalarında bir zafer kazanmış görünmekte. Suruç olayları sonrası PKK'nin doğrudan öz-yönetim ilanları ve öz-pratikleri HDP'yi de bir o kadar zora sokmuş, o yüzden geri çekilin çağrısı yaparak, PKK'yi ateşkes ilan etmeye zorunlu bırakmıştır. KCK, Orta Doğu'da ki iktidar ilişkilerinin bilincinde olarak, ve son bir kaç günce önce Duran Kalkan'ın Rusya'ya karşı geliştirdiği eleştirilerle, ABD ile olan anlaşmasının devam ettiğini göstermektedir.
AKP'nin Orta Doğuda ki istikrar ihtiyacı ABD emperyalizmiyle olan münazaralarının bir sonucudur. ABD'nin doğrudan Türkiye'ye bölgede ihtiyacı vardır ve bu istikrarı riske atmamak adına her türlü vahşeti AKP - özerk yapısı içerisinde ya da destekli bir şekilde yapmıştır.

Ankara Katliamı işçi sınıfına ve devrimcilere görevler düşürmektedir;

1-Devrimcilerin sokağı hareketlendirmesi ve her alanda eylemler yapması gerekmektedir.

2- Öz-yönetimlerin ve öz-pratik alanlarının harekete geçmesi ve devletin var olan istikrar savaşına bir darbe indirilmesi gerekmektedir.

3-Başta Disk ve Kesk olmak üzere sendikaların süresiz genel greve girişmesi önem teşkil etmektedir.

4-Parlamenter sistem boykot edilerek, büyük bir boykot kampanyasının başlatılması, ve parlamenter sistemin çöpe atılıp, sokakların ve fabrikaların hareketlendirilmesi için tüm güçlerin bir araya gelmesi gerekmektedir.

8 Ekim 2015 Perşembe

Düzenin Seçim Oyununu Bozalım!


SERMAYE DİKTATÖRLÜĞÜNE KARŞI SAVAŞMA İRADESİ GÖSTEREMEYENLER ŞİDDETE HAYIR VE BARIŞ ÇIĞIRTKANLIĞINA SOYUNURLAR - SERKAN CİBRAN


SERMAYE DİKTATÖRLÜĞÜNE KARŞI SAVAŞMA İRADESİ GÖSTEREMEYENLER
ŞİDDETE HAYIR VE BARIŞ ÇIĞIRTKANLIĞINA SOYUNURLAR



“Terör”, “terörist”; “savaş”, “barış”; “hukuk”, “adalet” gibi kavramlar büyülü anlamlar ifade ediyor gibi görünsede pratik karşılıklarını kendinden bağımsız değerlendiremeyeceğimiz apaçık bir gerçeklik oluşturmakta.

Herkesin eşit olduğu, sömürünün açlığın ezen egemen olanların şiddetinin bulunmadığı bir toplumda yaşamıyoruz; dünyanın hali de bundan farklı değil, ve gidişat bunların keskinleşeceğini göstermekte. 

Yaşadığımız toplumsal düzlem tam tersine acı ve gözyaşının yalnızca ezilenlerin bedeli olarak yaşatıldığı, yokluğun yoksulluğun katmerlenerek arttığı ve bu anlamıyla aslında ezen-egemen olanların bütün bu gerçeklik ortasında utanmazcasına ve arsızca “eşitlik”, “hukuk”, “barış” gibi kavramlarla bizleri kandırmaya çabaladıkları, içimzdeki hainler olan sözümona sosyalist ama bir kısmı “sosyal-şoven” bir kısmı “liberal-tasfiyeci” zerzavatın da çanak tutuculuk yaptığı bu sahtelik bizlere yutturulmaya çalışılıyor.

Engels'in deyimiyle en fazla “işçi sınıfının bilinç düzeyini ölçmeye yarayan” bir gerçeklik olan genel oy, seçimlerde oy kullanma hakkı, karşılığı çok büyük işler getirecek bir gerçeklikmiş gibi bize allanıp pullanıp önümüze sürülmeye çalışılıyor. Nice mücadeleler ve bedeller eliyle kazanılan haklar sanki parlamenter mücadele ile kazanılmışmış gibi yanılsamalar yaratılıp, parlatılıp önümüze sürülüyor. Tüm bu gerçeklik yaşanırken elbet, ezilen emekçilerin, kürtlerin, yoksulların evlerine sıralı biçimlerde ateşler düşüyor, acıyla sınanıyor yürekler.

Dediğimiz gibi yaşadığımız toplumsal düzlem ne yazık ki ezen-egemen olanlarla ezilen-sömürülen yığınların keskin ayrımlarına dayanan ve bu anlamıyla hayalleri, hedefleri ve dünyaları bambaşka olan iki kutuba işaret etmekte.

İKİ AYRI SINIF İKİ AYRI DÜNYA!

Böyle bir sınıfsal kutuplaşma gerçekliğinde kavramların kendisi dahi aslında hangi sınıf zemininden soruna yaklaştığınızın ipuçlarını vermektedir. Ezen-egemen olanlar ve onların sözcüleri “barış” dediklerinde bilmek gerekir ki onlar için “barış” savaşın kısa süreli devamından başkaca Bir şey değildir. Zira kar hırsı ve metalar dünyası gerçekliğinde, öznünü paylaşım mücadelesi ve rakabetin belirlediği bir toplumsal sistemden bu anlamıyla “barış”sever bir karşılık beklemeniz mümkün görünmemektedir. Egemenler ağızlarını her “terör” söyleminde açtıklarında karşılıklarının nasıl olduğunu 92 yıllık cumhuriyet tarihi her pratiğiyle gözler önüne sermiştir. “terör” çığlıkları attıklarında bizler bilirz ki işçi sınıfını ve tüm ezilen kitleleri şiddet dozu arttırılan gerici saldırılar beklemektedir.

Bu anlamıyla bu kavramların her birinin sınıf mücadelesi içerisinde anlamı her sınıf için apayrı bir gerçekliğe tekabül etmektedir.

Erdoğanın sözcülüğünü yaptığı sermayenin kanlı düktatörlüğünün “iç savaş” provalarıyla kürt halkına karşı katliamlar düzenlediği bir zaman dilimini yaşamaktayız. 7 Haziran seçimleri ile Kürt halkının ve tüm ezilenlerin yüreğinde yaratılan coşku, başarmış olmuşluğun verdiği coşku yerini acı, kan ve gözyaşına bıraktı. Her gün gencecik bedenlerin vahşice katledildiği ölüm haberleri eksik değil.

Nitekim ne yazık ki sözümona solcu ya da kürt halkını temsil iddiasında olan “türkiyelileşen” bir öznenin liberal akıllarının pohpohladıklarının aksine parlamentonun kürt halkının mücadelesindeki yeri onun hayal ettikleri, istediklerinin verilmesi değil ne yazık ki küçük kırıntılarla avuturken bir halkın düşlerinin sermayenin diktatörlüğü için ehil hale gelmesine hizmet etmektedir.
Bunun içindir ki aynı liberal akıllar mesele “özsavunma” olduğunda aynı hırçınlıkla saldırmaktan çekinmemekte, “silah bırak” çığlıkları ile bir halkı burjuva diktatörlüğün “insafına” bırakmaktan çekinmemektedir.

Çok derinlemesine anlatımlara gerek yok, burjuvazinin ahırının emekçilerin-ezilenlerin dertlerine çözüm getirmeyeceğini 7 Haziran sonrası Burjuva diktatötlüğünün “ulu” sözcüsü Erdoğan dile getirmişti: “80 milletvekili aldılar da ne oldu!”

Şimdi yeniden parlatmaya devam ediyorlar burjuvaziye yaraşabilmek istercesine “şiddete hayır”, “barış hemen şimdi, kayıtsız şartsız barış”, “pkk silah bıraksın”.... Bütün bu söylemlerin hiçbiri ezilen milyonlar onlara bambaşka anlamlar kattıkları halde onların düşlediği sonuçları getirmeyecektir. Bu ancak içimizden çıkan bu yeni hainlerin Sermaye sınıfının safları arasında güvenceli bir yaşam alanı bulmasını tescilleyecektir.

Ve şimdi onlar haykıracaklar “şiddetseverler”, “derin güçlerin adamları”, “burjuvazinin ekmeğine yağ sürenler”vs. vs.

Çünkü onlar biliyorlar ki bu egemen sömürücü düzenin yıkılması onların karına değildir. Çünkü ezilen-sömürülen milyonların beklentilerini “sol” söylemlerle düzene bağlayıp burjuvazinin bir kanadı olarak rantını yemek onların sınıf doğalarının gereğidir.

Bunların “barış” ve şiddet karşıtlığı o kadar ikiyüzlüdür ki sormak gerek bu liberal akıllara: Bu ilkede müzakere ve ateşkes süreçleri yaşanırken barış mı hüküm sürüyordu? Katledilen gencecik bedenler yokmuydu?

Ben şiddet istiyorum’ diyen bize oy vermesin, biz şiddet istemiyoruz, barış içerisinde çözüm istiyoruz diyenler bize oy versinler"

S. Demirtaş

Aslında bunlara soru sormak gereksizleşiyor; çünkü onlar da bu soruların yanıtlarını biliyorlar. Zira bunların ki burjuva düzene kullanılabilriliklerini ispatlamak, sömürü düzeninin iç dalaşında rol kapmaktan başka bir anlam taşımamakta.

Çünkü görmekteyiz ki bunların sözümona “solculuk”ları düzen solculuğudur. Varlık zeminleri burjuva diktatörlüğünü ve faşist düzeni “her türlü şiddetten” korumaktır. Özellikle Hdp içinde çöreklenen liberal akılların eylemcilikleri dahi, düzenin uysal çocukları olarak yapılacak eylemlerden oluşmaktadır. Onlar için huzur şu sefil ve sözümona “barış” ortamlarında bulunuyor. Oysa temsil iddiasında bulundukları kürt yoksullarının ve ezilen emekçi milyonların hayatı her gün savaş, yıkım, yokluk ve katliam altında geçiyor.

Sermaye egemenliğinin hüküm sürdüğü, kürt yoksullarının katledildiği, bedenlerinin sokaklarda sürüklendiği, gencecik bedenlerin paramparça edilip vehşeti hüküm sürdüğü koşullarda, “barış” çığırtkanlığı, “her türlü şiddeti reddetme” söylemleri; işçi sınıfı ve emekçileri, kürt yoksullarını egemen sömürücüler sınıfı karşısında silahsızlandırmayı amaçlayan gerici bir söylemden başkaca Bir şey değildir.

Kürt halkı devrimci öfkesini kuşanan gencecik evlatlarını bu reformist önderliklerin ellerinden kurtardığında, işçi-emekçilerin gerçek sözcüsü ve öncüsü demek olan devrimci bir parti yaratılıp kürt halkının özgürleşmesi için mücadelesini seferber ettiği zaman, işte o zaman bu burjuva solcularının yaldızlı laflarla gizledikler karşı-devrimci yüzleri teşhir olacak, gerçek “terörist” olan burjuva diktatörlüğünün yanı sıra, onaların çanak yalayıcılarına da hak ettikleri yanıt verilecektir.


Umudumuz o günleri yakın kılmak için mücadelededir.

Manşet