14 Eylül 2015 Pazartesi

Devrimci Partileşme Staratejisi: Devrimci Partiye Yürümenin Biricik Koşulu - Serkan CİBRAN

Politik gündemlerdeki sıkışma ve cepheleşme komünist devrimcilere temel görevlerinin daha bir acilleşmesini ve bu doğrultuda adımları daha da sıklaştırılması zorunluluğunu hatırlatmaktadır: Adımları hızlandırıp, gerici anafora karşı proleter devrimciliğin ihtilalci ruhunu kuşanıp devrimci partiye yürümek.
Bir çok özne tersini iddia etse de yaşadığımız coğrafyada ve dünyada esas eksikliğini proletaryanın enternasyonal devrimci partisinin olmayışı gerçekliği oluşturmaktadır. Bu anlamı ile proleter devrimcilik iddiasındaki tüm grup, çevre ve bireylerin esas faaliyetini böyle bir öznenin inşa edilmesi oluşturmalıdır.
Böyle bir özne inşasının esas olarak stratejik ve yöntemsel zeminini tarihsel deneyimlerden ve pratiklerden edinilen tecrübe oluşturmalıdır. Bu anlamı ile tarihin en başarılı ve önemli proleter sosyalist devrim deneyimi Ekim Devrimi ve bu devrimin ihtilalci proleter öznesi bolşevik partisinin inşa ve örgütlenme deneyiminden süzülen temel yönelim proleter devrimci parti inşa faaliyetinin de esas pratiğini oluşturmaktadır, oluşturmalıdır.
Hazırlık görevleri olarak tariflenebilecek bu inşa faaliyetinin 3 ana ayağı oluşturmaktadır:
1- Programsal - teorik yeniden üretim ve programın inşası
2- Komünist potansiyelin ve ileriye çıkan komünist devrimci parti güçlerinin komünist bir birlik perspektifi içerisinde harmanlanması ve ;
3- Sınıfın stratejik noktalarında stratejik köşe başlarının tutulması.
Bu üç önemli başlıkta da komünist - devrimci bir pratik ve özneleşme iddiasında olanlar için bembeyaz bir sayfadan ya da sıfırdan başlamak gerekmiyor. Bu anlamı ile örgütsel - politik ve pratik anlamda bolşevizmin tarihsel deneyimi ve pratiği önümüzü açan bir deney olmakta, kavranacak esas halkaya da işaret etmektedir.
Programsal anlamda komünistlerin dünya partisi olan Komintern'in ilk 4 kongresinde doruk noktasına ulaşan 4. Enternasyonal'in teorik - tarihsel metinleriyle de korunan ve programsal yeniden üretimi için çaba harcanan tarihsel çizgi ve bu çizginin öznelerinin önümüzü açan temel perspektifleri bugün de biz komünist devrimcilerin yakalaması gereken kızıl ipe işaret etmektedir. Enternasyonal - devrimci bir partinin inşasına kendini hasreden komünist devrimci potansiyel için bu tarihsel mirası bir işaret fişeği oluşturmaktadır. Hazırlık görevlerinin örgütsel pratik ayaklarından birini oluşturan komünist potansiyelin bir çatı altında toparlanması pratiğinin tarihsel arkaplanını da Bolşevik Partisi'nin inşa süreci oluşturmaktadır. O zamana kadar amatör ve çok parçalı olan komünist çalışma grupları ve çevreler Lenin'in Ne yapmalı, Iskra'nın oluşturulması ve RSDİP 2. kongresi ile devam eden tarihsel süreçte ki pratiğinin derslerinin somutlanması ve bilince çıkarılması ile bugün de biz komünist - devrimciler yakalaması gereken halkaya işaret etmektedir.
Ki bugün de pek çok komünizan güçler, çevre, grup, sınıf birlikleri vb. pratikler coğrafyamızdaki komünist kadro potansiyelinin dağınıklığını ve bu doğrultuda da hazırlık görevleri esprisi içerisinde eylemli bir yürüyüş pratiği içerisinde profesyonel devrimcilerden müteşekkir devrimci bir parti inşasına büyütülmesi gerekliliğini göstermektedir.
Öbür taraftan proleter devrimcilik iddiasındaki komünist devrimcilerin işçi sınıfının dışında ve ondan bağımsız bir pratik yöneliş içerisinde olmaları beklenemez. İşte hazırlık görevlerine sımsıkı sarılmış bir politik özneleşme öbür taraftan sınıf içerisinde de örgütlenmeye ve özellikle temel stratejik işkollarında mevzilenmeye ara vermeksizin çaba harcamalıdır. Geleceğin proleter devrimci pratiğinin esas tayin edici halkasını sınıfın içerisinde tuttuğu zemin oluşturacaktır. Sınıfın devrimci önderliğini inşa etme iddiasındaki komünist devrimciler hazırlık görevlerine sıkı sıkıya sarılmalı ve dönemsel bütün pratiklerini hazırlık görevlerinin uygulanması oluşturmalıdır.

Bu doğrultuda yolumuz açıktır, yolumuz açık olsun!

12 Eylül 2015 Cumartesi

BREZİLYA: FCT(Komünist İşçi Cephesi) KONGRESİ TOPLANDI!



Brezilya'da örgütlü bulunan Komünist İşçi Cephesi (FCT) kuruluş kongresini geçtiğimiz günlerde yaptı. Liga Comunista, Coletivo Lenin, Espaço Marxista, Coletivo Socialistas Livres, Tendência Revolucionária örgütlerinin amaç ve ilkelerde ortaklaşması ve bu doğrultuda partileşme stratejisine bağlı olarak eylemli bir yürüyüşün somut karşılığı FCT kongresindeki birleşmeye dönük eğilim oldu. Bizler de Dünyanın diğer ucunda sınıf mücadelesini sürdüren yoldaşlarımızın Kongresine selamlarımızı yolladık...



Enternasyonal Devrimci bir Önderliğin eksikliğini hissettiğimiz olağanüstü dönemlerde FCT kongresi biz Türkiyeli Komünist devrimcileri de umutlandırmakta, görevlerimize daha sıkı sarılmamızı hatırlatmaktadır.

Devrimci bir partileşme stratejisi olarak FCT deneyimi biz Türkiyeli Komünist Devrimcilere de Işık tutmakta. Farklı geleneklerden ve ayrı örgütlerden gelen çeşitli troçkist grupların amaç ve ilkelerde ortaklaşıp eylemli bir pratikle böyle bir adımı atmaları, aslında partileşme sürecine ilişkin de bizlerin elinde capcanlı bir deneyim olarak durmaktadır.

Buradan bir kez daha FCT bileşeni bütün örgütlerdeki yoldaşları kutluyor, devrimci partiyi inşaya dönük birlik iradelerini ve statükolara savrulmayan devrimci niyetlerini selamlıyoruz.


Dördüncü Enternasyonal'in Yeniden İnşası İçin İleri!
Bolşevizm Kazanacak,Komünist Bir Dünya Kuracağız!

Kongrede Okunan Mesajımız:

"
Merhaba Yoldaşlar,
Proleter devrim ve komünist bir dünya kurma mücadelesinde , sizler küçük bir ayrıntı gibi görünen oysa önemli bir  adım attınız.

Bu mütevazi ama önemli adım dördüncü enternasyonali yeniden kurma mücadelemizde devrimci yürüyüşünüzün önemli bir adımıdır

Dördüncü enternasyonali İnşa edelim!

Buradan Kongre mesajımızın linkine ulaşabilirsiniz :


http://lcligacomunista.blogspot.com.br/2015/09/saudacao-do-dorduncu-blok-ao-congresso.html

7 Eylül 2015 Pazartesi

Sürekli devrim ya da mevzi savaşı - Emilio Albamonte






// Troçki ve Gramsci’ye göre devrim teorisi //


”Kasım 1917 yılında Lenin ve partinin çoğunluğu Troçki’nin çizgisine yakınlaştığında ve gerek siyasi gerekse ekonomik iktidarı ele geçirmeye çalıştıklarında, Zinoviyev ve Kamenev partinin geleneksel çizgisinde ısrar edip, devrimci bir koalisyon hükümetini savunuyorlardı. Bu yüzden merkez komiteden ayrılıp, bölünmenin eşiğine geldiklerini biliyoruz.”


Eğer Gramsci’nin bu ve buna benzer söylemlerini [1] aceleci bir şekilde incelersek, onun 1924 yılında Sovyetler Birliği’nde açılan tartışmada sürekli devrim teorisi ile dayanışma içinde olduğunu söyleyebiliriz. Lakin onun Rusya’nın koşulları üzerine getirdiği söz konusu söylem haricinde, gerçekte Troçki’nin teorisi ile olan farklılıkları açıkça ortadadır.


”1789′dan Thermidor’a kadarki Jakoben deneyimlerinin bilimsel bir biçimde geliştirilmiş ifadesi olan 1848′den önce ‘sürekli devrim’ denilen siyasal kavrama gelince, bu formül büyük kitle partileriyle, büyük ekonomik sendikaların daha söz konusu olmadığı ve toplumun, böyle demek gerekirse, birçok bakımdan akışkan olduğu tarihsel bir döneme özgüdür: Bu dönemin özelliklerine bakacak olursak, kırsal alanın geri kalmışlığı ve siyasal güç ile devlet iktidarının az sayıda ve hatta tek bir kentin (Paris) neredeyse tam tekelinde bulunması; göreli olarak az gelişmiş devlet makinesi ve devlet etkinlikleri bakımından sivil toplumun daha özerk olması; askeri güçlerle ulusal askeri hizmetlere ilişkin özgün bir sistem, dünya piyasasındaki ekonomik ilişkiler bakımından ulusal ekonomilerin daha özerk olması. 1870 yılından sonra bu tür unsurlar Avrupa sömürgeciliğinin yayılması ile değişime uğradılar. Devletin iç ve uluslararası örgütsel ilişkileri daha karmaşıklaşıp yaygınlaşmış ve 1848′lerin ‘sürekli devrim’ formülü geliştirilip, siyaset bilimi çerçevesinde ‘sivil hegemonya’ formülüyle aşılmıştır (…) Soru esasen diğer her yerde aşılmasına ve anakronik hale gelmesine rağmen bu biçimlerin yaşandığı geri kalmış ülkelerde veyahut da kolonilerde değil, modern devletlerde ortaya çıkıyor.” “[2]


Gramsci Rus ve Avrupa devrimlerinin çerçevesinde ortaya çıkan sürekli devrim teorisinin ilk versiyonlarına dayanıp, teorinin 1929 yılındaki nihai formülasyonunu göz ardı ediyor. Bu onun o sırada hapishanede olması ve stalinizm tarafından bilgilere ulaşmasının engellemesi ve bu yüzden nihai teoriyi bilmemesi ile açıklanabilir. Esasen Çin devriminin ardından tamamlanan sürekli devrim teorisi ”diğer her yerde aşılmasına ve anakronik hale gelmesine rağmen, halen ekonomik biçimlerin egemen olduğu geri kalmış ülkelere ve kolonilere” dikkat çeker.


Gramsci’nin eleştirisini salt Avrupa devrimlerinin karakterine indirgesek bile, Troçki, zamanın Marks’ın yaşadığı dönem ile karşılaştırıldığında değişmiş olduğununu hiç bir tereddüte yer bırakmadan açıklıyor: „Modern tarihte, diyelim ki Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesi ile başlayan tüm kurtuluş hareketleri, hem demokratik ve hem de ulusal bir karaktere sahiptirler. Baskı altındaki ve parçalanmış ulusların uyanışı, sayısız parçalarını birleştirme ve yabancı boyunduruğu söküp atma mücadeleleri, politik özgürlük için mücadele olmaksızın imkânsız olurdu. Fransız ulusu on sekizinci yüzyıla girilirken demokratik devrimin fırtınaları ve gerilimleri içinde pekişti. İtalyan ve Alman ulusları on dokuzuncu yüzyıldaki bir dizi savaşlardan ve devrimlerden doğdu. Özgürlüğe ilk adımını on sekizinci yüzyıldaki ayaklanmasıyla atan Amerikan ulusu, son olarak İç Savaşta Kuzeyin Güney üzerindeki zaferi ile güçlü gelişimini garanti altına aldı. Ne Mussolini, ne de Hitler ulusun mucidi değildir. Modern anlamda –ya da çok daha doğrusu burjuva anlamda– yurtseverlik, on dokuzuncu yüzyılın ürünüdür. (…) Hitler 1914-18 yılları arasında bir onbaşı olarak Alman ulusunu birleştirmek için değil, kendisini şu meşhur “Avrupa’yı örgütle!” çözümlemesinde ifade eden uluslarüstü, emperyalist bir program adına savaştı. (…) Savaş, gerçekten de, tarihin tüm büyük altüst oluşları gibi birçok tarihi sorunu kışkırtırken, geçerken de Avrupa’nın daha geri bölgelerinde –Çarlık Rusya’sında ve Avusturya-Macaristan’da– ulusal devrimlere itki verdi. Ancak bunlar geçip gitmiş bir dönemin gecikmiş yankılarıydılar.” [3]


Şüphesiz anti-sömürgeci devrim ile emperyalizmin ilişkisi yeni çağda geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Enternasyonal sosyalist devrimin teorisi olarak sürekli devrim teorisi koloniler ile emperyalizmin merkezleri arasında yakın bir bağlantı kurar. Gramsci’de bu dikkati göremeyiz. Daha kötüsü; Gramsci ”Doğu ve Batı” arasında muğlak bir ayrım yaparak, Lenin’in net bir şekilde vurguladığı ve Üçüncü Enternasyonal’in bir mirası olan ezen ve ezilen ülkeler arasındaki ayrımın gerisine düşer. Troçki’nin gelişmiş demokratik batı ülkeleri ile geri kalmış doğu ülkelerinin devlet biçimleri hakkındaki görüşü şu şekildedir: ”Emperyalizm, sermayenin yaşlı ana ülkelerinde demokrasiyi parçalarken, aynı zamanda da, geri ülkelerde demokrasinin yükselişini engellemektedir. Yeni dönemde sömürge veya yarı-sömürgelerin tek bir tanesinin bile demokratik devrimini –her şeyden önce tarımsal ilişkiler alanında– tamamlayamamış olması olgusu, ekonomik ve politik gelişimin önündeki başlıca engel haline gelen emperyalizme tamamıyla ithaf edilebilir. Tekelci kodamanlar ve onların hükümetleri, geri ülkelerin ulusal zenginliklerini yağma etmeleri ve sanayilerinin bağımsız olarak gelişmesine kasten mani olmalarıyla eş zamanlı olarak, yerli sömürücülerin en gerici, asalak, yarı-feodal gruplarına mali, politik ve askeri destek sağlıyorlar. Yapay olarak korunan tarım barbarlığı, bugün çağdaş dünya ekonomisinin başındaki en uğursuz belâdır. Sömürge halklarının özgürlük kavgası, ara aşamaların üzerinden atlayarak, zorunlu olarak emperyalizme karşı bir kavga biçimine dönüşüyor ve böylece de ana ülkelerdeki proletaryanın mücadelesiyle birleşiyor. Sömürge ayaklanmaları ve savaşları, sırası gelince kapitalist dünyanın temellerini her zaman olduğundan çok sarsacak ve onun yeniden canlanış mucizesini her zaman olduğundan çok daha az olanaklı kılacaktır.” [4]

Bundan bağımsız olarak, sürekli devrim teorisi ilk versiyonlarında bile Marks’ın ”kırksekizinci formülünün” sadece bir genişlemesi olmadı. Gramsci’nin neden Troçki’nin teorisinin sadece bir karikatürüne hakim olduğunu açıklayalım: Marks’a göre devrimin sürekliliği, proleteryanın partisinin bağımsızlığını muhafaza ederek, radikal küçük burjuva demokrasisinden hep bir adım önde olan talepler getirmesinde yatar: Proleterya 19. yüzyılın burjuva-demokratik devrim döneminde bile kendisini burjuva sınırlarına hapsedemez. Troçki Gramsci’nin tezine hiç bir şekilde katılmıyordu: „Gerçekten 1789′da boyvermiş bütün filizler 1870-71′de komün kurma gayretleriyle (yani Paris Komünü – Editörün notu) tarihsel olarak tükeniyorlar, yani iktidar kavgası veren yeni sınıf yalnızca, artık aşılmış olduğunu itiraf etmek istemeyen eski toplumun temsilcilerini değil, 1789′da başlayan devrimin doğurduğu yeni yapıyı aşılmış olarak kabul eden, en yeni grupları da yenilgiye uğratıyor ve böylece hem eski hem de en yeniye göre daha canlı olduğu kanıtlıyor. Bundan öte, 1870-71 yıllarıyla, 1789′da doğmuş olduğu kabul edilen ve ideolojik olarak 1848′lerde gelişmiş olan siyasal strateji ve taktik ilkeleri (yani «sürekli devrim» formülünde özetlenebilen ilkeler(…)) etkenliğini yitiriyor. [5]


Aksine Troçki’nin teorisi emperyalizmin egemenlik zamanlarında 20. yüzyılın başında üretici güçlerin olgunlaştığını ve bunların bir çok yerde, örneğin Rusya’da veya başka geri kalmış ülkelerde felaket geri kalmış mülkiyet ilişkileri ve siyasetin eskimiş şekli ile kombine olduğunu fark ediyor. Böylelikle Troçki’nin teorisi 1848′in burjuva demokratik devrim mekanizmasnın sürekliliği veya tekrarını umut ederek gelişmiyor. Bu durumda net bir biçimde gerici olan liberal burjuvazinin aksine proleterya feodallizmin kalıntılarının ortadan kaldırılması için yürütülen mücadelede esas önder role sahip olan sınıf olurdu. Marks’ın zamanına kıyasla sınıf ilişkilerinde oluşan dinamikle, proleterya burjuva haklarının sınırını aşıp, görevini sosyalizmin inşaasında görürdü. Troçki’nin 1905′ten beridir gördüğü bu stratejik perspektif Gramsci’nin alıntıladığımız mektubunda gördüğümüz gibi 1917 Rus devrimi ile somut hale ulaştı. Troçki haricinde hiç kimse ”geri kalmış Rusya” için bu ön görüde bulunamadı. Çünkü ”Marks’a göre” argüman kullanan diğer marksistlerin aksine Rus devrimci Troçki Gramsci’nin söylediğinin aksine diyalektik olarak eski formül ile hesaplaşmıştı.


Troçki, faşizmin zaferinin ardından İtalya’da devriminin koşullarını incelediğinde onu sadece ”faşizm ya da sosyalizm” formülü ile sınırlandırmadı, çünkü kendisi ”geçiş periyotlarını” hiç bir zaman reddetmedi. Onun için esas olan geçişin karakterini net olarak açıklığa kavuşturmaktı. Bunu İtalyan Sol-Muhalefet’e yazdığı bir mektupta belirtmişti. Troçki’nin teorisi pek ala proleter devrime geçişin teorisidir. “Sürekli devrim, İtalya’nın belirli bir zaman dilimi için tekrardan parlamenter devlet, yahut ‘demokratik cumhuriyet’ dönüşümü yaşayamayacağı anlamına mı geliyor? Bana kalırsa, ki bu konuda hepimizin aynı fikirde olduğu kanısındayım, bu olası dışı bir durum değil. Fakat böyle bir durum burjuva devriminin ürünü değil, olgunlaşmamış ve vakitsiz proleter devrimin kürtajının bir sonucu olacak. Derin bir devrimci kriz patlak verdiğinde ve toplu katliamlar vuku bulduğunda proleter öncü iktidarı ele geçiremezse, burjuvazi büyük ihtimalle ‘demokratik’ egemenliğini yeniden inşa edecek. [6]


Varacağımız bir başka sonuç ise Gramsci’nin en azından İtalya’nın lokal düzeyinde belli bir ”sürekliliği” olduğudur. Esasen Gramsci’nin İtalya için oluşturduğu strateji bütün yapısal özellikleri ile (ve faşist rejimden bağımsız) ulusal tarihe dönüşe ve burjuvazinin yerine getirmediği, daha doğrusu kendine has eksik ve istisnai koşullarda yerine getirdiği görevlerin farkına varmasına dayanıyor. Bundan dolayı zaten Risorgimento’yu tanımlamakta kullandığı ”pasif devrim” kavramını geliştirdi. Özellikle bu temelde Güney İtalya ve Köylü sorununa büyük dikkat verdi. Bu onun hiç olmazsa kısmen Troçki’nin teorisine bağlı ”sürekliliği” takip ettiği anlamına geliyor: Burjuvazinin yükseliş döneminde yerine getirmediği burjuva-demokratik görevler, onun çöküş döneminde köylülerin desteği ile proleterya tarafından yerine getirilir. Bu soru Gramsci’nin İtalya üzerine çalışmalarından anlayacağımız üzere sadece kolonilere uygun olmakla kalmıyor, bilakis burjuva gelişiminde geri kalmış ülkeler için de geçerliliği bulunuyor. [7].
Troçki’nin teorisi Gramsci’yi kapsıyor


Elbette bunun tam tersi olarak Gramsci’nin devrim anlayışının Troçki’nin anlayışını kapsadığını söylemek imkansızdır. Her ne kadar Gramsci İtalya üzerine anlatımlarında devrimin sürekliliğini (işçi sınıfının önderliğinde köylüler ile ittifakın demokratik devrimin sosyalist dinamiğe sürüklenmesi) farketmiş olsa da, bu onun sürekli devrimin partizanı haline gelmesine yetmiyor. Çünkü sürekli devrim teorisi özellikle 1929′dan itibaren enternasyonal sosyalist devrimin teorisidir ve sözde tek ülkede sosyalizm teorisini tutarlı bir şekilde reddeder.[8] Troçki’nin belirttiği gibi: ”Komintern’in Buharin tarafından hazırlanan programı, baştan aşağıya eklektiktir. Bu program, tek ülkede sosyalizm teorisini Marksist enternasyonalizmle uzlaştırmak gibi umutsuz bir çaba içindedir.”[9]


Gramsci ise Komünist Enternasyonal bu konsepti kabul ettiği zaman onunla hesaplaşmıyor. Bizler Gramsci’nin Sovjetler Birliği’nde 24′ten 28′e kadar uygulanan Bucharin-Stalin blokunu (ki bu ”köylüler zenginleşin!” veya ”kulakların sosyalizme huzur içinde geçişi” gibi formüllerle özetlenebilir) içselleştirdiğini iddia etmiyoruz. Lakin Gramsci pozisyonunu esasen İtalya’daki ulusal devrimin ayrıcalıklı bakış açısıyla ve Komintern’in siyasetiyle merkezci bir uzlaşma temelinde tanımlıyordu. Gramsci 1926 yılında Palmiro Togliatti’ye yazdığı mektupta, Amadeo Bordiga’yı Komintern içindeki fraksiyon mücadelelerinde Sol Muhalefet’in yanında ”enternasyonal azınlık” olarak yer almasını eleştiriyordu. Gramsci’ye göre İtalyan partisinin ”ulusal çoğunluğu” olarak boy göstermek gerekiyordu.[10] Ve bu pozisyonu alırken Gramsci İtalya’da vuku bulabilecek olan proleter devrimin Avrupa’daki kartların yeniden dağıtılmasını sağlayacağını ve böylelikle Komintern’deki güç dengelerinin değişebileceği öngörüsünde değildi. Kaderciliğe bulaşan Gramsci, devrimci güçlerin kısmi düşüşünü gözünde büyüttü ve kapitalizmin 20li yıllarda ulaştığı ”kararsız dengeyi’ gereğinden fazla genelleştirdi: Gramsci’ye göre kapitalizmin katastrofik süreci savaşlar olmadan atlatacağını ve ”pasif devrimler” periyodu ile varlığının son bulacağını iddia ediyor.


Troçki ise buna karşın yeni bir katastrofik sürecin siyasi öngörüsü temelinde Komintern’in siyasi çizgisinin değiştirilmesi için uğraştı. Her ne kadar mücadelenin bir sonucu olarak ortaya çıksa da, Troçki esasen ”azınlıkların” kurulması için uğraşmadı. Gramsci ise (açıkça zindan ve izolasyon yıllarının getirdiği bakış açısıyla) Sovyetler Birliği’nin zaferinin muhafazasını ön plana yerleştiren bir argümana sahipti. İşçi sınıfının köylüler ile olan ittifakının son bulacağı kaygısına sahip olan Gramsci, Rus partinin birliğini savunuyordu. Tek ülkede sosyalizmin teorisine ve siyasetine stalinizm söz konusu olsa bile en azından yeni mevziler kazanmadan sadece enternasyonal proleteryanın kazandığı mevzileri muhafaza etmek için göz mü yumdu? Bu kesin olarak belirlenemez, fakat her iki devrimcinin programatik pozisyonlarına baktığımızda bunun temellerini görebiliriz.
Mevzi, Manevra ve Geçiş Programı


Son tahlilde Gramsci, ”sürekli devrimin” kırksekizinci formülünün siyası bilimde ”sivil hegemonyanın” formülü ile geliştirilebileceğini ve aşılacağını savunuyor: ”Siyasi sanatta vuku bulan hadise, savaş sanatında da vuku bulur: Hareket savaşı giderek mevzi savaşına doğru evriliyor ve diyebiliriz ki, bir devlet savaşı ancak barış zamanlarında teknik olarak hazırladığında kazanır. Modern devletin masif yapısı gerek devlet kurumları gerekse sivil yaşamda derneklerin kompleksi olarak siyasi sanat için siperler ve mevzi savaşındaki cephelerin uzun vaadeli istihkamını oluştururlar: Onlar öncesinde tümden savaş olan hareketin unsurunu kısmi hale getirir, vesaire.” [11]


Gramsci’nin mevzi yönelimli formülü içerisinde ne kadar çeşitli anlam barındırsa da, reformizm (stalinizm veyahut sosyal demokrasi) tarafından kullanıldı. Bunun sebebi kautskyci yıpratma stratejisini meşrulaştırmakdı. Bu strateji, siperleri manevra hereketleri olmaksızın işgal etmek, herhangi bir ayaklanma ya da iktidarı ele geçirme çabası olmadan burjuva rejimine nüfuzlamak anlamına geliyor. Bu da İtalyan komünistlerin düşüncelerinin nasıl bir korkunç karikatür halinde olduğunu gösteriyor. Buna yakın bir çizgide Troçki’yi karikatür haline getirme çabaları vardı. Halen bugün bile troçkizmi (en azından troçkizmin akımlarını) sürekli taarruzun saf savunucuları olarak karikatürleştirme çabaları bulunuyor.


Gerçekte ise Troçki hiçbir zaman süreki taarruzu volontarist bir şekilde savunmadı. Ne Sovylet Birliği ve Almanya arasında vuku bulan barış görüşmelerinde (Lenin ile Brest-Litowsk görüşmelerinin sebep olduğu farklılıklara rağmen), ne de Üçüncü Enternasyonal’in II. Kongresinde (ki burada Lenin ile birlikte Almanların ultrasolculuğundan ”sağ kanat” olarak ayrıldılar). Birkaç epey önem sarfeden örneklere bakmakta fayda var.


Troçki ”Latin Amerika yazılarında” [12] ”siperleri” ve ”mevzileri” yerli yerinde kullanıyor. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz: Troçki, milliyetçi Lázaro Cárdenas’ın bir kararname ile Meksika’nın petrolünün kamulaştırılmasını gündeme aldığında, bunu savunmak gerektiğini önermişti. Önerisine göre bu mevzi petrol sanayinin işçi sınıfının denetimine geçmesi gibi yeni mevzilerin kazanılmasını sağlayacaktı. Bu biz devrimcilere bir kılavuz olmuştur. Brezilya’daki PT’nin dönüşüme uğramış eski troçkistleri gibi (ki bunlar Porto Alegre gibi şehirlerde ve Rio Grande do Sul gibi eyaletlerde hükümetin sahipleridirler) bu kavramların reformist kullanımı yerine, biz devrimciler bu kavramları proleterya diktatörlüğünün ertelenemeyecek derecede zorunlu bir hedef olduğunu göstermek için tribün olarak kullanabiliriz. Troçki’ye göre ”savaş ancak barış zamanlarında yapılan inceden inceye hazırlanma ile kazanılabilir”. Kavramların net bir kullanımını görüyoruz bu sözde. Bu sebeple Troçki 30′lı yıllarda Latin Amerika’daki hükümetleri genç proleterya ile yabancı sermayenin kendine has güç ilişkilerinin bir sonucu, ulusal burjuvazinin bu sınıflar arasında kararsız denge (yani göreceli barış) oluşturma çabalaması olarak açıklıyordu. Bunu da bonapartizm sui generis olarak tanımlamıştı.


Sovyetler Birliği’ndeki iç savaş sırasında siyasi askeri önder olarak yer alan Troçki, savaş sanatını mevzi ve hareketin kombinasyonuna hakimiyeti ile gösteriyordu. İspanya iç savaşında cumhuriyetçi cephenin aşamacı modelinin aksine Troçki topraklara köylüler arasında paylaştırmak amacı ile kamulaştırmayı ve fabrikaların işçi kontrolü altında kamulaştırılmasını(ekonomik ve toplumsal mevziler) savunuyordu. Cumhuriyetçi milislerin askeri alan kazanımlarını pekiştirme (manevra) ve sosyal demokratların, stalinistlerin ve anarşistlerin taleplerinin aksine yeni alanları (sosyalizmin kilometre taşları) iç savaşın nihai zaferinin sonrasına ertelememe görüşünü savunuyordu.


Ve tabii ki ”siyasi devrim” düşüncesi siperleri enternasyonal sosyalist devrimin savaş anayasasına götürmek için enternasyonal proleteryanın kazandığı mevzinin müdafaası, Sovyetler Birliği’ndeki üretim araçlarının kamulaştırılması ve termidor bürokrasisinin devrimci bir temelde yıkımının kombinasyonudur. Bu arada Troçki Sovyetler Birliği’nin müdafaası için propaganda yapmaya karşı çıkanlardan ayrılıyordu. ”Kazanılmış pozisyonları savunacak durumda olmayanlar, yeni pozisyonlar da kazanamaz.”


İkinci dünya savaşının arifesinde, savaşın ”tabandan devrimler” ile durdurulamayacağı kesinlik kazandığı zaman (İspanya ve Fransa’daki yenilgilerin ardından), Troçki o ana kadarki en cesur siyasi taktiği geliştirdi. Proleter askeri siyaset (PMP) en gerici burjuva kurumlarında savaşa aktif müdahale etmek için bir kılavuz niteliği taşıyordu (Troçki’ye göre bu taktik devrimcilerin parlamentodan faydalanması gibi bir anlam taşıyordu). Proleter askeri siyasete göre mücadele eden enternasyonal proleterya savaşın emperyalist karakterini farkedebilme bilincine kavuşacaktı. Aynı zamanda gerek Hitler’i devirmek isteyen Amerikalı işçiler gerekse Nazi baskısına karşı kendi ülkelerinde mücadele etmek isteyen Fransız ve Polonyalılar için özel taktiklerin geliştirilmesi gerekiyordu. Ayaklanmanın ortasında güç ilişkilerinin her üç ”momentini’ kapsayan tek bir siyasete konsantre olmuştu. Gramsci’nin tanımıyla: Proleteryanın kendi burjuvazisi ile ”hesaplaşması momenti”: Bu ”silahlı işçileri” emperyalist egemenlerin güdümünde normal acemi askerler olarak yer almasından ayıracak. Savaş ve ”ulusal hedefin” sınıf mücadelesine engel olmayacağı ve böylelikle yeni ”Ekim’lerin” gelişimini sekteye uğratmayacak olan ”siyasi moment”. Son olarak ”askeri moment”: Burada Lenin’in Birinci Dünya Savaşı’ndaki ”emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme” siyasetinin devamı ve gelişimi söz konusudur.


Gramsci’nin ”momentleri” statik bir yapıda olduğu gibi sık sık birbirinden kopuk aşamalar olarak ele alınıyor. Gramsci de bu yorumlamanın önünü açmıştır. Troçki’de ise her zaman aşamanın, zamanın, momentin ve dinamik tanımlamaların kombinasyonu net bir şekilde görülür. Troçki bu konuda aşamaların ve durumları tanımlayarak, zaman kategorisini devrimci siyasete entegre eden Lenin’in örneğini izler. Eşitsiz bileşiğin mantığı sadece sürekli devrim teorisi için belirleyici değildir, aynı zamanda geçiş programına götüren yöntem için de belirleyicidir.


Birleşik Devletlerde bu program amerikancılık ve ”new deal” koşullarından başlayarak bütün karmaşıklığı ile tartışıldı. Kendi mantığı içerisinden kitlesel işsizliğe nihai bir çözüm bulabilmek amacıyla kamusal işlerin hakiki planlaması temelinde Rossevelt hükümetinin teşhiri talebi ortaya çıktı.


Perry Anderson’un tezine göre; her ne kadar Troçki Avrupa’nın siyasi rejimini daha iyi tanıyıp, daha somut taktikler (örneğin Fransa’da ve İspanya’da radikal demokrat kurucu meclis talebi) geliştirse de, Gramsci istikrarlı burjuva demokrasisinin soldan nasıl aşılacağı hakkında en rahatsız edici soruları soran kişiydi. Bu demokrasilerin faşizmden ya da bonapartizmden uzaklaştığı veyahut halk cepheleri gibi aşırı rejime çağrıda bulunduğu savaş öncesi dönemde değil, bilakis savaş sonrası Avrupa’da istikrarlı demokrasilerde anlam kazandı. Fakat geçiş programının kendisi işçi sınıfının üretimde kontrolü talebini getirir. Bu talep iktidarı ele geçirme sorununun doğrudan olmadığı zamanda bile özel mülkiyeti sorgulamaya yönlendirecek ve şçi sınıfını daha büyük mücadelelere hazırlayacak olan yeni mevziler kazanması için kullanılabilir.



Amerika’daki SWP içindeki geçiş programı üzerine tartışmalarda programın bütünü sadece mevziyi düşünen reformistler için ”azami” ve sadece manevra kategorisinde düşünen ultrasolcular için ”asgari” idi. [13] Gerçekten de geçiş programı ve onun yöntemleri gerek asgari talepler (kazanılmış alanların müdafaası) gerekse daha ileriye giden talepler içerir. Bunlar maaşların ve çalışma saatlerinin değişken ölçeğinden, işçi sınıfının sanayi üzerindeki denetimi ve sovyetlere kadar ilerler. Bu talepler ”hareket savaşını” başlatmak için, yani proleterya tarafından iktidarı ele geçirmeyi hazırlamak ve bu hazırlık sürecinde yeni mevziler kazanmak ve enternasyonal devrimin ulusal cephesini kurmak için kullanılır.,


Geçiş programı bu açıdan mevzi ve manevra arasındaki bir köprüdür.



Sınıf ve Parti


Bitirmeden evvel gelecek çalışmalarda geliştireceğimiz bir kaç soruya değinmek istiyoruz: kendiliğindencilik ve bilinç arasındaki, gerçek devrimci hareket ile parti arasındaki, marksist entelektüeller ile işçi sınıfının öncüleri arasındaki karmaşık ilişki.


Gramsci’de işçilerin eylemleri ile devrimci partinin eylemlerinin ilişkisini değerlendiren iki net periyot bulunmaktadır. İlki ”L’Ordine Nuovo” yayınının belirleyici olduğu süreçtir. 1919-21 yılları arasında İtalyan ”Bienio Rosso’nun” ve Torino’daki fabrika işgallerinin etkisi altında Gramsci oluşan işçi konseylerini ”kökeni üretimde olduğu ve siyasi manevra veyahut burjuva devletinde kısmi değişimler ile ele geçirilemeyecek olduğu için politik sürecin somut biçimi” olarak değerlendiriyor.[14] Devrimci partinin bilinçi eylemini küçümseyen bu değerlendirme gerek İtalya’da gerekse Almanya’da çürütüldü. Parlamenter cumhuriyet ile işçi konseyleri arasında bir çeşit ”bileşik devlet” öneren reformizm, merkezi devrimci-marksist önderlik olmadan kitlelerin öz örgütlenmesini ve ele geçiren ve onları tarafsızlaştıran bir çok farklı ”siyasi manevra ve devletin kısmi değişiklikleri” açığa çıktığını gösterdi.


Lyon kongresinin gerçekleştiği 1926 yılından itibaren Gramsci ”L’Ordine Nuovo” periyodunun aksine eski pozisyonlarında bulunan işçilerin konseyleri üzerine bir çok anti-diyalektik kısımları revize eden, net bir pro-parti çizgisine geliyor. Gramsci’nin tezleri zamanında herkesin bildiği gibi Zinoviyev’in üzerine gereğinden fazla anlam yüklenen işçi sınıfını örgütleyebilmek amacıyla temel işlevi görmesi beklenen komünist partinin ”hücrelerinden” etkilenerek oluşmuştur. Bununla birlikte Gramsci’de hapishane yazılarındaki parti konsepti yeni parçalara sahiptir. Bu konsept tamamiylen stalinizmin ikameci parti konseptinden farklıdır. Daha önceki yazılarında ise bunun izleri bulunuyordu.


Genel konseptleri şablonlaştırma ve Gramsci’yi entegre etme çabaları hakkında denilebilinir ki, marksizmi işçi sınıfının devrimci hareketine bağlayan üç parti tipi vardır. Kautskyci partilerde (sosyal demokrat reformizmi) taktiksel momente gereğinden fazla anlam yüklenir, yani onlar için ”hareket herşeydir”. Leninist partide müttefiklerin tanımı ve rakiplerden ayrımı stratejik hedef doğrultusunda gerçekleşir (Troçki Menşeviklerin partisi ile ittifakın söz konusu olmadığını anladığı anda, ondan daha iyi bir bolşevik yoktu demişti Lenin 1917 yılında). Gramsci ise modern devletlerde ideolojilerin burjuva egemenliğinde oynadığı rolün tutarlı analizi ile parti aktivilerinin ”üçüncü cephesinde” mücadelenin yönlerini geliştiriyor, ki Engels bunu zamanında göstermişti: ideolojik mücadelenin ekonomik ve siyasi mücadele ile beraber yapılması. Lakin ”kollektif entelektüellerin” parti konseptinde ideolojik mücadelenin abartılmış bir yerde durur ve partinin rolünün kitleleri ve işçi sınıfını ”eğitmek” olarak yer alır. Parti içindeki entelektüellerin en önemli görevi kitlesel işçi hareketi içinde sağduyu yaratmaktır: Yani marksizm. Çelişkili olan ise, Gramsci’nin (ki kendisinin siyasi bilim üzerine çok önemli çalışmaları vardır ve fabrika konseylerinde oluşan işçi bilincinin önemini net bir şekilde vurgular) ideolojik-kültürel mücadeleyi siyasetin üzerinde tutup yanlış bir sonuca varmasıdır. Parti ile şuraların arasındaki bilgi alışverisi sırasında ”eğitici öğrenir”. İtalya’da savaş sonrası komünist parti bunu feformistler ile kültür ve ideolojik tartışmaları yürütebilmek için ve burjuva demokrasisinin desteklenmesinde anahtar rol oynayabilmek için reformist biçimde çarpıtarak kullandı.


Troçki ”olgunlaşmış” bolşevizmin rehberi olarak kalacaktır: Troçki 1905 yılındaki işçi konseyleri deneyiminin ardından Lenin’in ”Ne Yapmalı?” kitabında yer alan sınıf bilinci sadece ”dışarıdan” işçi hareketine taşınabilir tezini düzeltmişti. Sovyet ve parti arasındaki ilişki hakkında ise Rus devriminin deneyimlerine yaslanarak şunu demişti: ”Bolşevik partinin gücünü, onun tarafından yönetilen sovyetler ile özdeşleştirmek açık bir hata olurdu: ikincisi(sovyetler) bir çoğundan daha önemliydi, lakin ilki(bolsevikler) olmadan gücünü kaybederdi.” [15] Bu noktadan itibaren Troçki leninist mücadele partisinin sadık bir destekçisi oldu.


Bu yazı ilk olarak Ocak 2003 tarihli „Estrategia Internacional“ dergisinin 19. sayısında yayınlanmıştır.


Dipnotlar


[1]. Gramsci’nin Togliatti’ye 9 Şubat 1924 tarihinde yazdığı bir mektupta, Troçki’nin teorisine olumlu yaklaştığı görülmektedir: „Rusya’da son zamanda gelişen polemikten anlaşıldığı kadarıyla Troçki ve bütün muhalefette Lenin’in uzun süredir parti önderliğinden yokluğundan kaynaklanan ve eski mentaliteye dönüş ve bunun devrime zarar vereceği konusunda kaygılar var. İşçilerin parti yaşamına daha fazla katılımı ve bürokrasinin gücünün sınırlandırılması talebiyle bunlar devrimin sosyalist ve proleter karakterini güvenceye almaktan ve devrimin yavaşça Zinoviyev’in ve başkalarının 1917 yılında istediği gelişmiş kapitalizmden başka anlam ifade etmeyen demokratik diktatörlüğe doğru evrilmesini engellemekten başka birşey istemiyorlar. Rus partisinin halini bu açıdan değerlendiriyorum ve bu Urbani’nin kavradığından daha zorlu ve önemlidir; tek gerçek yenilik ise Buharin’in Zinoviyev, Kamenev ve Stalin cephesine geçmesidir.“ (Editörün çevirisi)


[2]. Antonio Gramsci: Hapishane Defterleri, s. 173/174


[3]. Lev Troçki: Milliyetçilik ve Ekonomik Yaşam, http://marksist.net/ceviriler/milliyetcilik_ve_ekonomik_yasam.htm


[4]. Lev Troçki: Zamanımızda Markizm, https://www.marxists.org/turkce/trocki/1939/nisan/18.htm


[5]. Antonio Gramsci: Modern Prens, s. 88, Dipnot Yayınları 2014


[6]. „Antifaşist devrim hakkında İtalyan sorunu hiç olmadığı kadar enternasyonal komünizmin esas sorunları ile ilişkilidir, yani sürekli devrim teorisi. Bu sebeple İtalya’da ”Geçiş periyodu” sorusu bulunmaktadır. Öncelikle netleştirelim: Nereden nereye geçiş? Burjuva (ya da halk) devriminden proleter devrime geçiş bir meseledir. Faşist diktatörlükten proleter diktatörlüğe geçiş ise başka bir meseledir. Eğer kişi ilk soru ile ilgileniyorsa, o halde burjuva devrimi söz konusudur ve burada proleteryanın hangi rolü oynayacağını belirlemek gerek. İkinci merci esasen proleterya devrimine geçiş periyodunun sorusunu barındırır. Eğer kişi ikinci soru ile ilgileniyorsa, o halde katliam, sarsıntılar, değişken koşullar, sert geçişlerden oluşan problemler vardır. Bunlar bütününde proleter devriminin farklı aşamalarını barındırır. Lakin bir çok aşamanın arasında burjuva devrimine ya da gizli halk devrimi hibridine yer yoktur. Leo Trotzki: „Problemas de la revolución italiana“. 1930. In: La teoría de la Revolución Permanente. Buenos Aires, 2000. S. 552. (Editörün çevirisi)


[7]. ”Gecikmiş bir burjuva goiişimi yaşayan ülkeler, açısından, özellikle de sömürge ve yarı sömürge ülkeler açısından, sürekli devrim teorisinin anlamı şudur: bu ülkelerde demokrasi ve ulusal kurtuluş görevlerinin tam ve gerçek çözümü, ancak boyunduruk altındaki ulusun ve en önemlisi de köyiü kitlelerinin önderi olarak proletaryanın diktatörlüğü ile mümkündür.



Sadece tarım sorunu değil, ama ulusa) sorun da, geri ülkelerde nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan köylülüğe demokratik devrimde olağanüstü bir yer ayırır. Proletaryanın köylülükle ittifakı olmadan, demokratik devrimin görevlerinin çözülmesi, hatta ciddi bir biçimde ortaya konulması bile olanaksızdır. Ama bu iki sınıfın ittifakı da, ancak ulusal-liberal burjuvazinin etkisine karşı uzlaşmaz bir mücadele yoluyla gerçekleşebilir.”


Lev Troçki: Süreli Devrim, Bölüm 10: Sürekli devrim nedir?, 2. ve 3. maddeler






[8]. ”Stalin ve Buharin’in, bütün Rus devrim deneyine ters düşen teorileri, demokratik devrim mekanik olarak


sosyalist devrimle zıtlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda ulusal devrimi de uluslararası devrimden koparır. Bu teori, geri ülkelerdeki devrimlere, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir demokratik diktatörlük kurma görevini yükler ve bunu da proletarya diktatörlüğünün karşısına diker. Bu yüzden, bu teori politikaya bir takım kuruntular ve hayaller sokar. Doğu proletaryasının iktidar mücadelesini felce uğratır ve sömürge devrimlnin zaferini köstekier. İktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi, epigonların teorisi açısından, devrimin tamamlanması (Stalin’in formülüne göre, «işin onda dokuzu») ve ulusal reformlar


döneminin açılması anlamına gelir. Bundan sonra, kulak’ın sosyalizme doğru gelişmesi ve dünya burjuvazisinin «tarafsızlaştırıiması» teorileri de, tek ülkede sosyalizm teorisine ayrılmaz biçimde bağlıdırlar artık.


Ya birlikte ayakta kalacaklar, ya da birlikte çökeceklerdir.” age. 13. madde





[9] age. 14. madde


[10]. Massari: „Trotsky y Gramsci“.


[11]. Antonio Gramsci: Hapishane Defterleri


[12]. Leo Trotzki: Escritos Latinoamericanos. Buenos Aires 1999.


[13]. Bu İtalyan komünist Amadeo Borgidaso’da da böyledir.


[14]. Leonardo Paggi: Antonio Gramsci e il moderno Principe, Rom, 1970, S. 258. Zit. nach: JC Portantiero: Los Usos de Gramsci. (Editörün çevirisi)


[15]. Lev Troçki: Rus devriminin tarihi, Ekim Ayaklanması bölümünden






Bu yazı FT-CI Almanya seksiyonu RIO'nun web sitesi http://www.klassegegenklasse.org/surekli-devrim-ya-da-mevzi-savasi/ linkiyle yayınlanmıştır

2 Eylül 2015 Çarşamba

Feministlere Karşı Emrah Serbes'in Savunusu ve Emrah Serbes'in Eleştirisi - Harun Yoldaş


Emrah Serbes'in olay yapan açıklamasıyla ilgili 1 Ağustos 2015 tarihinde bir açıklama getirmiş,
Emrah Serbes'in küçük-burjuva edebiyatı ve sanat perspektiflerini değerlendirmiştik; o yazıya bu linkten http://dorduncublok.blogspot.com.tr/2015/08/emrah-serbes-populer-kulturun-snrlar-ve.html?spref=fb ulaşabilirsiniz.

Daha sonrasında yaptığı açıklamalara istinaden Emrah Serbes, bir tv programına katılıp gerekli açıklamalar yapmıştı. Ancak çok fazla gün geçmeden Feminist Edebiyatçılar Platformu adında ki bir grup, Emrah Serbes'in söylemlerini eleştirmişti, o yazıyı da olduğu gibi paylaşıyoruz;

Emrah Serbes’e ve Maço Edebiyat Dünyasına Açık Mektup
Nitelikli edebiyat eleştirisi,  nesnel ölçütler koyabilecek ödül jürilerinden yoksun, hatır gönül ilişkileri, cinsiyetçi dedikodularla bezeli edebiyat dünyasında, romanları hakkında eleştiri yazanları fiziksel şiddetle tehdit eden bir yazar eksikti, çok şükür o da oldu. Nasıl mı?
Emrah Serbes, boks yapıyor. Emrah aynaya bakıyor.
19 Ağustos 2015’te Kanaltürk’te yayınlanan “Bunu Konuşalım” programında “Romanımı herhangi bir nedenle hırpalarlarsa, ben de onları hırpalarım; yazı yazmam gerçekten hırpalarım. Ondan sonra her aynaya baktıklarında beni hatırlarlar” yorumunu yaptı.
Deliduman üzerine kadın eleştirmenler tarafından yazılan eleştirilerde, romanın özellikle maço diline vurgu yapılırken, boksör yazarı tarafından hırpalanmakla tehdit edilmek ironiden öte bir şeydir.  
Emrah Oğlum Aynaya Bak! Kumu Döv.
Kalemden de kelamdan da kumu yeterince dövdüğüne kani olana dek uzak dur.
Çünkü aslanım, bundan böyle Feminist edebiyatçılar olarak Söz’ümüzü sizin gibilere kaptırmaya niyetimiz yok.
Emrah’ın dili, memlekette akademide de uzantılarını bulacağımız, edebiyat dünyasının bir temsilidir. Aynada kendini hırpalayan biçare erkekliğin biyografisidir.
Tüm ezilenlere aynayla başka bir ilişki, başka bir dil lazım. Bir firar şart.
Bizim de ağzımızı bozmamızda fayda var.
Türkiye’deki edebiyat dünyasında ataerkil iktidar çarkına eleştirel bakan, özgürlükçü kadın, gay, trans, queer yazarlar, geçmişten bu yana hegemonik erkekliği benimseyen erkekler ve bunların işbirlikçileri kadın, gay yazarlar, eleştirmenler ve okurlar tarafından maddi manevi hırpalanıyor zaten. Bin bir bedel ödüyor.
Biz de kum torbasına vuralım madem çünkü öfkemiz daha az değil.
Fatma Aliye, Halide Edip, Suat Derviş, Sevim Burak, Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Latife Tekin ve daha pek çok kadın yazar tüm bu şiddete direndi ve hegemonik erkekliğin dışında kalan kadınların, ibnelerin, dönmelerin, orospuların, yoksulların, engellilerin ve doğanın deneyimlerini anlatan özgürlükçü bir dili ilmek ilmek ördü. Örgünün şişleri ellerimize, yüreklerimize battı zaman zaman. Kan revan içindeki kadın/trans/queer yazarlar bilir bunu.
Maalesef, “Kol kırılır yen içinde kalır” duruşu sergileyenler, maço dili sineye çekenler, ataerkiye direnenlerin yalnız ve güçsüz kalmasına, maço dilin şiddetinin artmasına katkıda bulundu ve bulunmaya devam ediyor.
İlişkileri girift, mafyatik ve oldukça kirli bu dünyanın temizlenmesi ve özgürlükçü bir dilin güçlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Piyasa yazarlığını, despotik kurallarını kabul etmiyoruz, her türlü Faşizmle kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz diye haykıranlar, cinsiyetçi dili ve mekanizmayı sorgulamadan içselleştirip, içinde konumlananlar, davalarının içtenliğine, bütüncüllüğüne hakikaten inanıyorlar mı?
Yaratıcı öfkenin adresi hegemonya ve tahakküm ilişkileridir.
Deli-kanlılık ne sınıfa bakar, ne cinsiyete ne de bedenin mükemmel gücüne... 
Yürektedir ve kalemimizin mürekkebindedir.
Buyurun meydan! Tüm romanları, eleştirmenleri, ödül jürilerini, yayınevi ve dergi editörlüklerini, dergi kadrolarını, dergi kapaklarına taşınan isimleri, köşeleri kapmış yazarları, sempozyumları, panel konuşmacılarını, soruşturmaları, röportajları mercek altına alıyoruz.
Cinsiyetçi, şiddet içeren, egemen erkek zihniyetin ötekilerine düşman, maço dili ifşa ediyoruz. Hırpalayın da görelim bakalım.

FEMİNİST EDEBİYATÇILAR PLATFORMU

feministedebiyatcilar@gmail.com

Öncelikle Emrah Serbes'in savunusunu yapmayı tercih etmekteyiz;

Feminist yazarlar, Emrah Serbes'e karşı geliştirdikleri eleştiri de, Emrah Serbes'in maço dilinden epeyce şikayet etmektedirler. Ancak bu sözü edilen maço dil, öncelikle Emrah Serbes'in yaptığı açıklamalarda ki değil, yazdığı romanlarda ki karakterlerin dilidir; Bir edebiyat yazarı, bir karakteri kafasında yaratır, ve onu bir karaktere otutturur, nasıl davrandığı nasıl konuştuğu mizacının nasıl olduğu vs. uzatılabilir... Emrah Serbes'in seçtiği karakterlerin maço tavırları, salt Emrah Serbes'in maçoluğunu değil, gerçeklik dünyasının perde arkasını göstermektedir. DeliDuman kitabında ki karakterin 17 yaşında olduğunu, unutuyor sevgi değer feminist yazarlarımız. Feministlerin en büyük sorunsallarından biri, hayatı salt kadın-erkek çelişkisi üzerinden açıklayamadıkları gibi, aynı şekilde saçma sapan söylemlerini de Edebiyat'a da sıçratmalarıdır.

Feminist yazarlarımız, erkek egemen kültür'ün yapısını, sınıf çelişkileri üzerinden aktarmayıp, ortaya havada kalan bir faşizm argümanı kullanıyorlar. Ve bunun kadın-erkek çelişkisi üzerinden olduğunu saptamışlar, ancak sevgili feminist yazarlarımız, faşizm kavramının içini boşaltıp, kendi ideolojilerine endeksleme ihtiyacı duymuşlar. Ancak sınıflı toplumların var olduğu ve var olacağı bir gelecekte, sınıf dışı herhangi bir şeyden bahsedilemez olduğunun henüz bilincinde değildir, sevgili feminist yazarlarımız.

Ve yine feminist yazarlarımız, edebiyatın her alanında artık var olacakları sinyalini vermektedir; bizde bu çağrıya yanıt olarak şunu ekleyebiliriz: sınıf çelişkilerinin olmadığı, yapay bir anlayışa karşı ve devrimci bir sınıfın önderliğini taşıyamayan her türlü yapacağınız adıma karşı, karşınızda duracağımızdan şüpheniz olmasın.

Emrah Serbes'in eril söylemleri ve küçük burjuva davranışlarının devamı;

Emrah Serbes, edebiyat söyleminin dışında, kendisini eleştiren yazarlara karşı edebi bir dil kullanmayı tercih etmeyerek, doğrudan "Sizi Hırpalarım" diyor ve açık açık tehdit ediyor.
Bu eril yazarımız, kendisine karşı eleştiri getiren yazarlara karşı, kendini muhafaza ediyor, ve var olan eleştirilere karşı kapalı olduğunu dile getirerek, siz kimsiniz ki beni eleştirebilirsiniz zihniyetiyle hareket ederek, geri kalmış zihnini açık açık gösteriyor.

Emrah Serbes, işte tam bu noktada, bizim 1 Ağustos 2015 tarihli yazımızda değindiğimiz, küçük-burjuva sanat perspektifi ve Emrah Serbes üzerine olan bölümümüze uymaktadır;

 Emrah Serbes'de bu küçük-burjuva ideolojisine sahip yazarlardan biridir.
Küçük-burjuva yazarlar genellikle, kişisel haz ve acı üzerinden kendilerini var edip, belli bir melankoli üzerinden yazmaya devam ederler. Bu aynı zamanda çevresel, küçük-burjuva çıkışları olan bir kitleyi kazanmaya yarar, aynı zamanda zavallı küçük-burjuva insanının o yalnızlık hissiyatını giderme aracı görür. 

ve ekliyerek devam ediyoruz;

Aynı zamanda bu küçük burjuva yazarlarımız, kendi yazdıklarını ve yaptıklarını eleştirilemez göstermeyi severler, ve insanların geri kalmış köylü(feodal) zihinlerine yönelirler. Aynı zamanda bu yazarlarımız, kendi yazdıklarını muhafaza ettiği, ve doğrudan küçük-burjuva algıya sahip oldukları için, edebiyatın gelişmesine de kendi içlerinde farkına vararak ya da varmadan engel olurlar. Yani doğrudan küçük-burjuva insanının o geri kalmış zihnini taşırlar.

Manşet