28 Ağustos 2015 Cuma

PROLETER DEVRİMCİLİK SÜREKLİ DEVRİMCİLİKTİR! _ Serkan CİBRAN

Proleter devrimciler, ezme ezilme ilişkisinin ortadan kalktığı, eşitlikçi bir özgürlükler dünyası için mücadele ediyorlar. Bu mücadele içinde evrimci dönemler de barındırmakla birlikte, köklerinde saf köktenci ve proleter devrimci bir nitelik taşıyan, proletaryanın iktidarı aldığı sovyet tipinde bir devlet ile ara konağına kavuşan ve buradan komünist bir dünya kuruluncaya kadar devam eden upuzun bir savaşım ve tarihsel dönüşüm dönemini barındırıyor.

Proleter Devrimci bilinç ve irade ise varoluşunun başından sonuna dek köktenci, devrimcidir. Proleter devrimciliğin başlangıç adımı, Engels'in deyimi ile "Varolan herşey yokedilmeyi haketmiştir!" söz kalıbında anlamını bulan, maddi gerçekliğinde bilincinde olarak ona boyun eğmeden, varolan gerçekliğe acımasızca saldırıp , onu değiştirmek için mücadele etmektir.

Proleter devrimcilik yükseliş dönemlerinin fırtınasıyla coşkulanıp, gericilik dönemlerinde liberal tasfiyeciliğe boyun eğip legalist platformlara savrulmamaktır. Proleter devrimcilik tüm zamanların devrimcisi olabilmektir.

Özcesi Proleter devrimcilik Sürekli devrimciliktir!

            ***                                      ***                                      ***

SSCB ve Doğu Avrupa'da yaşayan karşı-devrimci iktidarlar yıkıldığında, burjuvazi yaşanan gelişmelerin başdöndürücülüğünde hızını alamayarak ve kapitalizmin "büyük" zaferinin coşkusuyla, kendi "ideologları" eli ile "sosyalizmin" çöktüğü, kapitalizmin dünyanın mutlak hakimi olarak "Yeni dünya düzeni"ni inşa ettiği, Dünyanın sonu demek olan bir sonsuzluk dönemine girildiğinin propagandasını yapıyorlardı.

Evet, çöken birşeyler vardı mevcut coğrafyalarda; ama bu işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin özgürleşmesinin biricik yolu olan sosyalizm değil, onun maskesini giyerek, insanlığı "yüzyılın geceyarısı" na mahkum eden, asalak bir sömürgen tabaka olarak işçi sınıfının sömürüsü üzerinden varlığını devam ettiren bürokrasinin iktidarıydı.

Berlin duvarının yıkılışı ve duvarın altında bırakılan komünizm "düşü", biz proleter devrimcilerin önüne yepyeni görevler yüklüyor: Komünizmin gerçek eşitlikçi bir hareket olarak, maddi bir güç olarak ete kemiğe büründürmek, bilinçlerdeki yanlış sosyalizm algısını paramparça etmek. Bu sorumluluk bilinciyle proleter devrimcilerin mücadelesi tek bir hedefi işaret ediyor: Adımları şaşırmadan Komünizme yürümek...

          ***                                      ***                                     ***

SSCB vb. bürokratik iktidarlar, işçi devleti olmaktan çıkıp, işçi sınıfının üzerinde birer baskı aygıtı olmaya başladığında, Troçki ve az sayıdaki bolşevik kadro, Lenin'in yolundan giderek işçi sınıfının devrimci perspektifini savunmuş; SSCB'de işçi sınıfının devrimci öncüsünün yeniden inşasının mücadelesini vermiş, bu uğurda binlerce kadrosunun fiziki imhasına rağmen bolşevik-leninistler, bu doğrultuda mücadeleden geri adım atmamışlardır. Uluslararası Sol Muhalefet ile başlayan bu mücadele Stalinizmin ideolojik-pratik bütün boyutlarıyla karşı-devrim saflarına geçmesi dolayısıyla 4. Enternasyonal'in inşasıyla yeni bir evreye girmiştir.

Ancak ileri-önder kadrolarının ve en güçlü seksiyonlarının imhası ne yazık ki 4. Enternasyonal'in tarihsel haklılığına rağmen doğuşundaki zayıflığının temelini oluşturdu ve gelecek keskin mücadelelerde 4. Enternasyonal'in öncü-devrimci rolünü oynamasının önündeki en büyük handikapı oluşturdu. 4.Enternasyonal önderliğinde Troçki'nin yalnız kalması, pratik bir mücadele öncülerinin yetiştirilememesi aynı şekilde Enternasyonal'in gelecekteki bunalımlarının da esas zeminini oluşturmaktadır. Nitekim aynı zayıflık bir taktik adım olarak "entrizm"in doğmasına, 2. Paylaşım savaşı sonrasında da Troçki'nin politik tahlillerinin dönemsel karşılığını üretememesi dolayısıyla ve Enternasyonal'in bu tezlerdeki ısrarı dolayısı ile nesnel gerçekliğin teoriye uydurulmaya çalışılması gibi oportünist yönelişlerin doğuşuna yol açmıştır.

İşte bu oportünizm daha sonra kendisini Pabloculuk olarak kavramsallaştıran Stalinizme devrimcilik atfeden ve Bürokratik iktidarları bilimsel bir doğruymuşcasına insanlığın sosyalizme yürüyüşünde bir aşama olarak tarifleyen oportünist akımın doğuşu ve 1953'te buna karşı çıkıp Lenizimin ideolojik-politik hattını savunan Leninist-bolşevik kadroların DEUK(Uluslararası Komite)'u kurma mücadeleleri bizlerin de önümüzü açan rehber edindiğimiz pusulayı oluşturmaktadır.

4. Enternasyonal'in, yani Proleter devrimin Dünya partisinin inşası, bu topraklarda yola çıkan biz komünist devrimcilerin de mütevazi ama ısrarlı adımlarının temel doğrultusunu oluşturmaktadır.

            ***                                      ***                                         ***

İşte Dördüncü Blok, yaşadığımız coğrafyada bu doğrultuda atılmış mütevazi bir adımdır. Yaşadığımız yerellikten seslenmemiz mücadelemizin enternasyonal karakterine gölge düşürmez. Çünkü amacımız ve hedefimiz Komünist bir Dünya kurma mücadelesinin biricik öncüsü olan işçi sınıfının uluslararası devrimci önderliğinin bir parçası-öznesi olarak bulunabilmektir.

Biz istesek de istemesek de adım attığımız yer mücadelemizin merkezi gibi görülecektir. Ama biliyoruz ki mücadelemiz emperyalist sömürü ve egemenliğin bütün ayakları yokedilene komünist bir dünya kurulana kadar devam edecek bir mücadeledir.

Bu doğrultuda İdeolojik-politik platformumuzu Komintern'in ilk 4 kongresini oluşturan bolşevik iradenin devrimci birikiminin ifadesi olan teorik-politik hattı, Komintern'in SSCB'nin yozlaşmasına bağlı olarak fiili tasfiyesine karşı Uluslararası Sol Muhalefet ve 4. Enternasyonal'e kaynaklık eden devrimci marksist birikim oluşturmaktadır.

Bu yürüyüşte;
 Klavuzumuz Devrimci Marksizmdir.
Savaş Örgütümüz Leninist Dünya Partisidir.
Yöntemimiz Proleter Devrimdir.
Devrim Anlayışımız Sürekli Devrimdir.
Hedefimiz Dünya Devrimi
Amacımız Komünist Bir Dünya Kurmaktır!

15 Ağustos 2015 Cumartesi

PTS’in Arjantin Ön Seçimlerindeki Tarihsel Başarısı

// 9 Ağustos günü Arjantin’de Ekim ayında gerçekleşecek devlet başkanlığı seçimleri için ön seçimler düzenlendi. 730.000 kişi Troçkist seçim ittifakı olan ”Solun ve Emekçilerin Cephesi” (FIT) lehinde oy kullandı. FIT solun tek temsilcisi olarak katıldığı seçimlerde yüzde 1,5 barajını aşarak, Ekim ayında gerçekleşecek seçimlere katılmaya hak kazandı. //
9 Ağustos Pazar günü Arjantin genelinde ”Eş zamanlı ve Zorunlu Açık Ön seçimler” (PASO) gerçekleşti. Bu seçimlerde FIT yüzde 3,3 oy alarak, yükselen bir güç olduğunu kanıtladı. FIT içerisinde PTS listesiyle ön seçimlere katılan ve FIT’i Ekim ayında gerçekleşecek olan seçimlerde temsil etme hakkı kazanan Nicolas del Caño, seçim sonrası yaptığı açıklamada; ”Biz 730.000 oy aldık. Bu sonuçları PASO 2011 ile karşılaştırdığımızda 200.000 oyluk bir artış görülmektedir.” diyerek, FIT’in yükselişine işaret etti. ”Zafer için Cephe” (FdV) adayı Daniel Scioli oyların yüzde 38′ini alarak, nihai seçimlerde başkan olmayı büyük ölçüde garantiledi.

FIT’in kuruluşu

Ön şeçimler 2011 yılında antidemokratik bir karşı-reform ile yürürlüğe girdi. Buna göre yüzde 1,5 barajı konularak, yükselişte olan solun etkisinin sınırlandırılması hedeflendi. Sadece ön seçimlerde bu barajı aşan ittifaklar veya partiler asıl seçimlerde yer alabilme hakkına sahip oluyorlar.
Bu baskıcı yasaya bir cevap olarak FIT seçim cephesi olarak kuruldu. FIT Sosyalist İşçi Partisi (PTS), İşçi Partisi (PO) ve Sosyalist Sol (IS) tarafından oluşuyor. Politik temel ise işçi sınıfının bağımsızlığı, üretim araçlarının kamulaştırılması ve sosyalist devrim perspektifinde işçi hükümeti için mücadele.
FIT’in kuruluşunun ardından bileşenler mecliste sahip oldukları koltuklar için rotasyon kararı aldılar. Adayların sıralaması ve mecliste ne kadar süre yer alacakları, bileşenlerin seçim bölgelerindeki gücüne göre düzenlendi.

Gençliğin yükselişi

Lakin FIT içerisindeki güç dengeleri 2011′den itibaren değişmiş durumda. PO ve IS’in önseçimler dolayısıyla getirdikleri öneride PTS’in gücüne rağmen yetersiz bir temsiliyeti söz konusuydu. PTS’in birleşik liste için getirdiği bütün öneriler PO ve IS tarafından geri çevrildi.
Bu sebeple FIT ilk defa 2 liste ile önseçimlere katıldı. PTS’in ”Yenileme ve Takviye” adıyla 1A listesine karşı, PO ve PTS ”Birlik” adıyla 2U listesine sahipti. Her iki listenin de oyları yüzde 1,5 barajını aşmak amacıyla toplanacağı için, egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda solun içerisinde bir bölünme tehlikesi bulunmuyordu. Bilakis seçimler her ne kadar sınırlı bir düzeyde de olsa, FIT’in bileşenlerinin Arjantin’deki sektörlerin üzerindeki etkisinin bir ölçeği olma anlamına sahipti.
PTS’in 1A listesi bütün öngörülere karşı 20 bin oy fark atarak FIT içerisindeki ön seçimleri kazandı. PTS’in 1A listesi devlet başkan adayı Nicolás del Caño ve devlet başkanı yardımcısı adayı Myriam Bregman öncülüğünde çoğunluğu kadınlardan ve gençliğin temsilcilerinden oluşuyor.
35 yaşındaki Del Caño Arjantin’in en genç devlet başkanı adayı konumunda. Bu ayrıca işçi sınıfının yükselen ve mücadeleci neslinin bir dışa vurumu.
Del Caño’nun memleketi Mendoza’da PTS’in FIT içerisindeki oyu yüzde 91′e çıktı. Bu daha önceki seçimlerde yüzde 50 civarındaydı. Ayrıca Cordoba’da yüzde 25′ten yüzde 42′ye çıkardı oylarını PTS. Bir çok eyalette de bu tip artışlar yaşandı.
Bu sonuçlar ve 1A listesinin zaferi PTS’in işçi hareketi, gençlik ve kadın hareketi içerisindeki etkisini genişlettiğini gösteriyor.

PTS nasıl zafere ulaştı?

”Yenileme” PTS için sadece yeni politik figürler oluşturmak anlamına gelmiyor. Bilakis FIT’i işçilerin, kadınların ve gençliğin gücü ile güçlendirmeyi hedefliyor.
PTS listesinin kazanmasındaki esas sebeplerden birisi listede yer alan 1800′ü aşkın işçidir. Bunların çoğu en gündemde olan, örneğin otomotiv sektörüne bağlı çok uluslu LEAR’daki kahramanca mücadelede ve şu anlarda ”MadyGraf” adını taşıyan ve işçi sınıfının kontrolü altında üretim yapan Donnelley maatbasındaki kazanımla sona eren mücadelede başrol oynadılar.
Bunun yanısıra del Caño mecliste işçilerin ve ezilenlerin hakları için yoğun bir mücadele gösterdi.
Myriam Bregman ise insan hakları avukatı olarak Arjantin askeri diktatörlüğünün suçlularına karşı yürütülen davalarda belirleyici rol oynamaktadır.
PTS vekilleri devletin baskısına karşı işçilerle omuz omuza ön safta mücadele ediyor.

Devrimci partinin inşaası

Nicolás del Caño ülke genelinde önemli bir politik aktör konumuna sahip. Lakin bu amaç değildir, sadece sınıf mücadelesi için kullanılacak bir vitrindir. Del Caño’nun kendisi yaptığı açıklamalarda PTS’in bireysel figürler oluşturma peşinde olmadığını, bilakis işçi sınıfının ve gençliğin içinde devrimci parti kurma amacında olduğunu belirtiyor. Böylelikle Arjantin’deki politik gündemi etkileyecek ve devrimci işçi hükümeti için mücadele etmeyi istiyorlar.
PTS’in mücadelesi vekil çıkarmaya odaklanmış konumda değildir. PTS’e göre esas güç işçilerin ve kitlelerin aktif örgütlenmesinde ve seferberliğinde bulunmaktadır. Bu güç kendisini sadece işçi merkezlerinden oluşan örgütlenme ile gösterecektir. Eğer milletvekilleri çıkaracaklarsa da, esas amaca hizmet etmesi gerekmektedir.
Halen Yunanistan’da ki Syriza ve İspanya’da ki Podemos dünya çapında solu etkiliyor. Syriza’nın Troyka’ya karşı kapitülasyonu ve Podemos’un egemen rejime olan yaslanması ise göz ardı ediliyor. FIT’in ve özellikle PTS’in gelişimi, işçi sınıfında kökleri bulunan anti-kapitalist devrimci bir programın devasa bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor.

Ekim’deki seçimler

Ekim ayında gerçekleşecek devlet başkanlığı seçimlerinde FIT ileriye doğru attığı adımları sürdürme amacında. Bu amaçla PTS 2U listesinden yoldaşlar ile beraber ortak bir kampanya için tartışmak istiyor.
Bunun yanısıra yüzde 1,5 barajını aşamayan sol güçlere, FIT’in kampanyasını destekleme yönünde çağrı yapılacak. Her ne kadar FIT bu güçler ile ortak bir vizyona sahip olmasa bile, bu güçlerin seçimlere katılma hakkının ellerinden alınmasını tasvip etmiyor.
Bu partilerin seçmenlerini FIT Ekim ayındaki seçimlerde kapitalistlere güçlü bir cevap verebilmek için kendisini destekleme çağrısı yapıyor. Çünkü Ekim ayındaki seçimlerde milyonlara seslenen işçi sınıfının alternatifi yer alacak.


Bu yazı Devrimci Enternasyonalist örgüt tarafindan yazılmış ve www.klassegegenklasse.org da yayınlanmıştır.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Buçukluk Hükümet'in İç Savaş Oyunları ve Devrimci Görevler - SERKAN CİBRAN

                        Buçukluk Hükümetin İç Savaş Oyunları ve Devrimci Görevler

Kobane'ye uzanan bir yardım köprüsü olarak, orada yaşayan çocukların mevcut savaştaki  yaralarını bir nebze olsun sarmak için SGDF'nin çağrısı ile 300 sosyalist genç topladıkları oyuncaklar, kitaplar ve Kobane'ye ekmek için fidanlarla İstanbul ve Türkiye'nin diğer illerinden yola çıkmış. Kobane'ye geçmeleri mümkün olmamış ve bu yüzden aslolarak bu insanlık dışı uygulamayı protesto etmek için yaptıkları basın açıklamasını sırasında İŞİD'e atfedilen ve bizce İŞİD'in doğrudan planlayıcısı olmadığı, aslolarak doğrudan devletin planlayıp, uygulayıcısı olduğu bir "canlı bomba" saldırısı sonucunda 32 gencecik yürek parçalanan bedenleriyle birlikte katledilmiştir. Yüzlerce can ise çeşitli şekillerde yaralanmıştır. Kobane'de savaşın yaralarını sarmak için yola çıkan gencecik canlarımız Suriye'de ve yaşadığımız topraklardaki haksız savaşların esas faili olan devlet tarafından katledildiler.
Yaşanan gelişmeler de anında faili açıklayan Akp Hükümeti (İŞİD), belirtilen faile karşı somut bir karşılık vermek yerine yaşanan kaotik ortamı aslolarak halkın ilerici güçlerine ve Kürdistan Özgürlük Hareketi'ne karşı bir saldırının gerekçesi saydı.

Bizce yaşanan gelişmelerde şaşırtıcı bir durum bulunmamaktadır.. Çünkü T.C egemenleri özellikle Gezi ve sonrasında 6-8 Ekim Kobane İsyanları dolayımıyla, iç güvenlik paketleriyle birlikte içeride baskıcı-faşizan bir yönelime girmiş ve bunun dışında da kaçınılmaz biçimde AKP ve Erdoğan'da cisimleşen sivil bir Bonapartizmin inşası için engeller ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.

Özellikle Erdoğan'ın şahsında şekillenen Bonapartist-Diktatörlük yönelimin toplum nezdinde yarattığı etki ilk kendisini Gezi İsyanında dışa vurmuştu. Yükselişinin görkemine karşın Gezi İsyanı aynı şekilde devrimci talepleri programlaştırabilen devrimci bir önderlik, hatta devrimci talepleri tok bir tutumla dile getirebilecek devrimci bir cepheleşmenin eksikliği dolayımı ile liberal ve orta sınıf temsilcilerinin elinde püskürtülmüş, düzen içi bir hareket olarak ölüme, ölmese bile bitkisel yaşama terk edilmiştir.

Mevcut yükseliş süreci AKP'nin programında kısa bir es vermesine yol açmakla birlikte, AKP iktidarı programını uygulamaktan geri durmamıştır.
17-25 Aralık ve Tır Olayları ile Uluslararası Burjuva Hukuku üzerinde AKP'nin yaldızlarını sökmüş Arap Baharının dalgasını kullanıp "Bölgesel Güç" olma hayalleri ise Mursi'nin çöküşüyle tuzla buz olmuş, kaybolan itibar Suriye İç Savaşı'na daha hırslı ve aslında daha ellerine yüzlerine bulaştırdıkları bir sürece girmelerini sağlamıştı.

Kürt halkının 6-7 Ekim'de Kobane dolayımıyla gelişen haklı ve tarihsel Serhıldan'ı ise aslolarak AKP iktidarını sarsmış, titretmiş ve bu anlamda sokaktaki polis-devlet terörünün elini kolaylaştıran iç güvenlik paketleri devletin yeni bir konseptle yeniden inşa edilmeye çalışıldığını göstermiştir.
Egemenler elbette mevcut süreçleri inşa ederlerken politik ustalıklarını kullanıp, havuç-sopa politikalarından geri durmamış, bu doğrultuda devrimci öncüller sürekli bir şiddet ve baskı  sarmalında imha ve sindirmeye mazur bırakılırken, liberal-tasfiyeci önderlikler ise devlet ve burjuvazi tarafından sürekli pohpohlanıp parlatılmaktan geri durmamıştır.

Bu anlamı ile Gezi'nin liberal ve tasfiyeci bir yorumu olarak HDP projesi ortaya çıkmış, burjuvazinin sözcüleri tarafından da övgülere mazhar olmuşlardır.
Dolmabahçe Protokolü gibi gelişmelerde aslında burjuvazinin hakim kesimlerinin Kürt sorununa dönük "burjuva" çözümünün bir pratiği olarak ortaya çıkmış, ancak bir Bonapartist olarak Erdoğan bu çözümde kendi siyasal sonunu gördüğü için uygulanamadan rafa kaldırılmıştır.

Buradan bakıldığında aslında eksiklik karşımıza çıkmaktadır. Gezi'nin liberal-tasfiyeci yorumlarına karşı Gezi'nin, 6-8 Ekim Serhıldanının ve Suruçtaki genç sosyalistlerin düşlerinin sözcüsü olabilecek devrimci bir kitle partisinin özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi tarafından inşası...
Mevcut süreç 7 Haziran seçimlerine doğru aslında bütün bu gerilimli ve gel-gitli pratik ile şekillenmiş oldu. Aslında 7 Haziran'a gidilen süreçte, AKP iktidarının temel yönelimini belirleyen şey Erdoğan için yaratılmaya çalışılan başkanlık histerisi ve bu anlamı ile aslında Türkiyede ki bütün ilerici güçlerin HDP arkasında bloklaşan AKP'yi özellikle temsili demokrasi üzerinden beslenen %10 barajı gibi politikalarını boşa çıkarmaya dönük en başarılı yönelimidir.                                                                        
Özellikle seçim sürecinde HDP'ye karşı AKP'nin ve dolayımıyla Devlet'in tavrı aslında inkar ve imha politikalarının bir devamı olmuş. Yüzlerce saldırı ve 10'a yakın insanın katledilmesi, keyfi engellemeler, faşist çetelerin saldırıları, patlatılan bombalar, Kobane'de engellenmeye çalışılmış, buna rağmen bir "radikal demokrasi" projesi olmasına karşın, Kürt Özgürlük Hareketi dolayımıyla komünist devrimcilerinde pratik de dahil olmak üzere tereddütsüz desteği ile %13.1 gibi aslında ciddi bir yükselişle HDP parlamentoda yer almıştır. Ancak bizce özellikle seçim süreçlerindeki saldırılarla esas hedeflenen HDP şahsında ve merkezinde somutlanan liberal-tasfiyeci blok değil Kürt Halkı'nın devrimci dinamikleri olmuştur.

Ve seçim sonuçları AKP için sonun başlangıcına işaret etmekteydi, eğer Burjuvazi'nin sözcüsü olan partiler, birleşik bir tutumun pratiğini örebilseydiler, tam da seçim sonrası hükümet kurma çalışmalarının başladığı dönemde ve erken seçim olur mu olmaz mı tartışmaları yaşanırken AKP'nin tutumu meydana geldi. Suruç Katliamı ile bu fırsatı yaratan AKP egemenleri Kürt halkına ve devrimci-sosyalist güçlere dönük kapsamlı bir saldırıya başlamış bulundular.
Liberal-tasfiyeci baylarımıza bakarsanız yaşanan süreç bir seçim yatırımı. Oysa gerçeklik tam tersine süreklileşen bir yeni dönem ve konsepti işaret etmekte. 90'lı yılların düşük yoğunluklu savaşı bir iç savaş ruhuyla inşa edilmekte.

Üstelik hükümet atma niteliğinin bile geçici olduğu, parlamenter olmayanlardan oluşan bir hükümetin savaş ilanının traji-komikliğini bu pek "demokrat" baylarımız bir düşünsün.
Yaşanan bir iç savaş hazırlığıdır ve hazırlıklar da, mücadele biçimleri de buna göre yapılmalıdır.

İÇ SAVAŞ MANZARALARINDA DEVRİMCİ YENİLGİCİLİĞİ DÜŞÜNMEK

T.C'nin yöntemlerinde şaşırtıcı bir şey yok. Ancak mesela "devrim ve sosyalizm" ya da "Özgür Kürdistan" iddiasında olanların tutumunda saklı.

Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Bu anlamıyla her devrimci özne esasen hedefleri ve bu hedeflere doğru kastettiği yolun doğruluğu ya da yanlışlığı üzerinden politikalarını değerlendirmek zorundadır.

Karşımızda bir iç savaş hamlesi var ve "burjuvazi bizi kavgaya davet ediyor." Bu daveti elimizin üstüyle tersiyle itmemiz- yok olacağımızı bile bile - aslında teslim olmak demektir. Bu anlamı ile ayakları yere basmayan kaba barışçıl söylemlerin temelini bu teşkil etmektedir. Paylaşım mücadelesinin bir aktörü olan T.C iktidarının yıkılması ve yerine eşitlikçi bir proleter iktidar için savaşmak, Kürdistan'ın tam özgürlüğü için savaşmak, Ortadoğu'ya sosyalist federasyonu için savaşmak; Komüninst devrimciler bunları bayraklaştıracak, bunlar için mücadele edeceklerdir.

Ancak esasen bu savaşın esas öznesi, proleter devrimci bir önderlik yani devrimci Bolşevik bir parti olmadığı için, Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketidir. Bu anlamıyla bizlerin dile getirdiği devrimci görevler başkalarına ihsan edeceğimiz akıl vermeden olmamalıdır elbet. Öbür taraftan mevcut konjöktür ve güçler ilişkisi üzerinden değerlendirdiğimizde, hedeflerine varma ve uygulama kapasitesi ve örgütlülüğü anlamında Kürt Özgürlük Hareketi bu güç ve olgunlukta bir harekettir. 6-8 Ekim Serhıldanı, Rojava Direnişi tam da bu adımların pratikte karşımıza çıkan tezahürleri olmuştur.
Tarihsel tecrübeler göstermiştir ki belirli tarihsel dönemeçlerde, esas görev ve hedeflerin doğrultusunda pratik adım atmakta ayak dirediğinizde, tarihsel hatalar bizim fiziksel ve politik imhamızı da beraberinde getirmektedir.

Devrimci hareketin durumu ortadadır. Gezi İsyanı döneminde de gördüğümüz gibi, sokakta militan mücadelenin öznesi olanlar, harekete önderlik edebilecek politik esneklik ve bloklaşma ruhundan uzak kalmışlardır.

Yaşanan gelişmeler eski örgüt ve mücadele biçimleriyle devam edilemeyeceğini apaçık göstermiş, bu anlamıyla öz savunma ve bulunulan alanlarda pratik ihtiyaçları karşılayacak ortak kolektif komite ya da konseyler zorunlu bir hal almıştır.

Bırakalım sol tasfiyeciler ve liberaller kaba barış çığlıklarıyla aslında yitirdiğimiz canlarımızın mezarlarının üzerine basmaya yeltensinler, bizler onların düşledikleri için gerçekten mücadele etmeye devam edelim ki yitirdiklerimizin savundukları düşleri gerçek kılalım.

Bu doğrultuda;

1-Askerler, kardeşlerinize ve halka kurşun sıkmayın; Askeri komiteler kurun. Komutanlarınızın emrine itaat etmeyin, Özgürlük ve Eşitlik için kardeşlerinizin yanında savaşın. Bu savaş sizin savaşınız değildir. Esas savaşınız sizlerin canları üzerinden karına kar katan sermaye diktatörlüğüne karşı olmalıdır

2-İşçiler savaşın pahalıya patlayacağını burjuvaziye gösterin. Genel grevle savaşı karşılayın. Fabrika komitelerinde birleşin. Burjuvazinin Savaşı sizlerin katli, açlık ve yoksulluk demektir.

Savaşa Karşı Sınıf Savaşı!

Kapitalizm Yıkılmadan Dünyaya Barış Gelmeyecek!

Özgürlük Savaş İşçilerle Gelecek!

                                                                                                      SERKAN CİBRAN

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Emrah Serbes; Popüler Kültür'ün Sınırları ve Sanat Perspektifleri. - Harun Yoldaş

Emrah Serbes; Popüler Kültür'ün Sınırları ve Sanat Perspektifleri

Emrah Serbes ve Popüler Kültür'ün Sınırları

Behzat Ç. dizisiyle Türkiye'nin tanıdığı bir yazar haline geldi Emrah Serbes. Erken Kaybedenler vb. kitaplarıyla da küçük-burjuva hazları taşıyan insanların ilgisini etrafında toparlamayı başardı. Ve ülkede en çok okunan kişilerin başında geldi.
Gezi süreciyle birlikte  politika üzerinde durmaya, iktidar karşıtı bir mevzi de durmaya başladı. Ve Sol'a bir kayış yaşadı. Aynı şey Mehmet Ali Alabora'nın da başına geldiği gibi.
"Deli Duman" kitabıyla Gezi sürecini aktardı, ve en iyi kitap ödülünü aldı.
2015 1 Mayıs'ında da Beşiktaş'ta direnenler arasındaydı.

Buraya kadar incelediğimiz de Emrah Serbes'in Sola doğru kayışı, ve kitlelerin onu doğrudan sola çektiği gerçeği değişmez bir özellik taşımakta. Ancak ne gariptir ki Suruç Katliamın'dan sonra Emrah Serbes, "Yazarlığı bıraktım. Her gün çocukların öldürüldüğü bu ülkede ne yazabilirim. İki sene sadece boksla ilgileneceğim." sözleriyle gündeme tekrardan oturdu.
Burada Emrah Serbes'in ne yapmak istediğini ya da nerede durduğunu anlamaktan ziyade, küçük-burjuva sanatçılarının sınırlarını incelemekte fayda var.

Küçük-burjuva sanatçılarının ortak özelliklerinden birisi de, toplumsal ve daha çok liberal çizgi de duran durumlarda ortaya çıkıp, süreç gerektiğinde, kendisini muhafaza etmeyi bilmesinden gelmektedir.  Emrah Serbes'e geri dönecek olursak onun da aynı çizgide kalıp muhalifliğinin sınırlarını görmüş olduk. Suruç Katliamı sonrasında ortaya çıkan, "İç Savaş," durumu ve "Kürt Sorununun" artık Devlet bazında bitirildiği bir dönemde Emrah Serbes, "2 yıl yokum,"diyor. Burada görmekte olacağımız şey sınıf perspektifine sahip olmayan, kendi özünde marksist-devrimci bir ideoloji sahip olamayan bir yazarın, küçük-burjuva algısının toplumsal sınırlarını görmek olacaktır.
Oysa Emrah Serbes, "Üst Katta ki Terörist" oyunuyla epey gündeme gelmiş, ulusalcıları dahi etkilemeye başarmıştı. Oysa ki kendi öz hayatında bunun sınırlarını da korumayı bildi  ve geri adım attı.
Popüler Kültür sanatçıları kimi zaman "Deli Duman" kitabı  gibi toplumsal bir takım şeylere itebilirken kimi zaman da uzaklaştırır. Burada Popüler Kültür'ün sınıftan kaçışı ve devrimci bir durumla karşı karşıya kalan bir sanatçının kendi iç çelişkilerini görmekteyiz.
Popüler Kültür, doğrudan küçük-burjuva ideolojisine dayandığı gibi, o kitleleri de kendi etrafında toplamayı bilir. Küçük-burjuva çizgisinin tutumu, işler ciddiye bindiğinde kendisini muhafaza etmeyi bilmesinden gelir.
Emrah Serbes yaptığı muhafazakarlıkla birlikte, aslında küçük burjuva ideolojisinin sınırlarını ve aynı zamanda popüler kültürün sınırlarını gösterirken, bir sanatçının hangi sınıfın sanatçısı olduğu gibi ayrımları da net bir şekilde göstermiş oldu.

Sanat'ın ya da sanatçının hangi sınıfa ait olduğu sorusunu ise "Sanat Perspektifleri" başlığı altında inceleyeceğiz.

Sanat Perspektifleri

Tarihsel ve gündelik sorunların tümünde olduğu gibi sanatta, sınıf ilişkileriyle doğrudan bağlantılıdır.
Metafizik olarak, ahlak, etik, değer vs. gibi kavramlar nasıl ki egemenlerin istediği şekilde topluma lanse ediliyorsa, sanat ve sanatçı da hemen hemen aynı pozisyonda yer almaktadır.
Ancak kimi zaman devrimci sanatçılarında olduğunu söylemek gerekir. Bu durumu incelediğimizde sanatçıların, sınıf mücadelesinin arttığı ve devrimci bir duruma girilen süreçlerde büyük bir bölümünün o kitle içerisinde yer aldığını, kimi zamanda politik önderlik ve barikatların önlerinde direndiklerini bilmekteyiz.

Sanat perspektifi aslında, iki ana başlığa ayrılmaktadır;
1."Sanat, sanat içindir."
2."Sanat, toplum içindir."

1. Başlığı öncelikle inceleyelim;
"Sanat, sanat içindir" diyenlerin tümü şekilciliğe kaymışlardır. Ve güzellik, estetik ölçütünü ana merkez haline getirmişlerdir. Özellikle bu algı Romantizm akımıyla birlikte epey bir sükse yapmıştır.
Burjuvazi ve dönemin iktidarı "Sanat, sanat içindir" algısıyla hareket eden eleştirmen ve sanatçıları tarihten günümüze kadar aldığımız süreç boyunca desteklemişlerdir. Egemenlerin herhangi bir şeyine karışmayan, herhangi bir sınıf mücadelesi içerisinde yer almayan bu "şekilciler." burjuvazi ve taraftarlarının beğenisini her zaman kazanmıştır.

2."Sanat, toplum içindir" diyenler ise ikiye ayrılmaktadır;

A. Toplum içinde kendilerini var ederler, ve topluma dair bir şey söylerler ancak durdukları nokta o dönemin iktidarının veyahutta destek aldıkları burjuva ideolojisinin egemenliği altında kalmıştır. Ve bu sanatçıları genellikle dönemin egemen gücü, kitle iletişim araçlarıyla birlikte pohpohlamış ve toplumun bir bölümünü bu sanatçılar üzerinden kendisine çekmek istemişlerdir.

B.Toplum içinde olan, ve dönemin "ilerici, devrimci" sanatçıların da olduğunu söylemekteyiz. Kimi zaman sınıf mücadelesi içerisinde yer alıp oralarda argüman geliştirmiş, kimi zaman da tarihsel konularla veyahutta hayalgücü ile kendisi bir takım olayları yaratıp, sınıf perspektifi içerisinden bir hikaye yaratmıştır. Sınıf mücadelelerinin çetinleştiği, sınıfsal çelişkilerin arttığı ve devrimci bir durumun ortaya çıktığı dönemlerde bu sanatçılar çoğalmaya, ve ideolojik olarak gelişmeye başlarlar.
 80 öncesi sınıf perspektifine sahip sanatçılarımızın çıkma nedeni de toplumsal olguların bir ürünüdür.

Sınıf mücadelesinin gelişmediği, devrimci bir durumun çıkmadığı dönemlerde sanatçılar, genellikle ya burjuva ideolojisi altında kalır ya da küçük-burjuva ideolojisi içerisinde kendilerini eritip, kendilerine pazar bulurlar. Emrah Serbes'de bu küçük-burjuva ideolojisine sahip yazarlardan biridir.
Küçük-burjuva yazarlar genellikle, kişisel haz ve acı üzerinden kendilerini var edip, belli bir melankoli üzerinden yazmaya devam ederler. Bu aynı zamanda çevresel, küçük-burjuva çıkışları olan bir kitleyi kazanmaya yarar, aynı zamanda zavallı küçük-burjuva insanının o yalnızlık hissiyatını giderme aracı görür. 

Devrimci bir durumun netleşmediği dönemlerde de elbette ki devrimci sanatçılar yetişebilir, ve kendilerine Marksist sanatçı da diyebilirler. Ve onların varlığı, sınıf mücadelesinin çetinleşmediği dönemlerde ki mücadeleleri sınıf mücadelesinin çetinleştiği dönemde ki sanatçılardan bin kat daha değerlidir.

Çünkü şartlar ne olursa olsun. Burjuva ve küçük-burjuva sanatçılarının bir çoğu, kimi zaman kariyer yapmak için, kimi zaman da kendi vicdanını rahatlatmak için sınıf mücadelesinin çetinleştiği dönemlerde sınıf mücadelesini içerisinde yer almak isteyeceklerdir. Ancak aslolan ve bir Proleter Sanatçıya yakışan, devrimci bir durumun olmadığı zamanlarda dahi, devrim adına sanat emeğini konuşturması ve  bunu her alanda disiplinli bir şekilde kullanmasıdır.


                                                                                                          HARUN YOLDAŞ



                                                                                                                                     







Manşet