1.
Bölüm
-Enternasyonalist
olmayan bir hareketin, hatta enternasyonal üzerine herhangi bir
teori geliştirimemiş bir ulusalcı troçkist hareketin, doğrudan
siyasi grupları, enternasyonalist olmama üzerinden suçlaması.
-Aynı
siyaset 1. bölüm'de Emperyalizm çağında, burjuvazi'den daha
ilerici bir sınıf çıkmıştır diyor. Yani burada hem
burjuvazinin ileri yönünü söyleyip, aynı zamanda işçi
sınıfının sadece emperyalizm çağında ilerici güce sahip
olduğunu vurgulayarak tarihsel bir sapmaya uğruyor.
-Troçkist
olduğunu iddia eden siyaset, Troçki'nin eşitsiz-gelişim
yasasından bi haber şekilde, abd ve malta üzerinden örneklendirme
yaparak, maltanın da yanında yer almayacağını açık bir şekilde
söylüyor.
-Bu
siyaset 1. Bölüm'de şöyle söyleyerek, çok iddialı konuşmuştur;
Bu
açıdan işçi sınıfının savaş sırasında da en temel ayrımı
unutmaması şarttır: Ulusal ayrımlar değil, sınıfsal ayrımlar
önemlidir! İşçi sınıfının “kendi” ülkesindeki
burjuvaziyle ortak bir yanı yoktur, oysa savaş halinde olduğu
ülkenin işçi sınıfıyla çıkarları ortaktır. Bu nedenle
proletarya savaş sırasında da “kendi” ülkesinin yenilgisine
yol açıp açmayacağını düşünmeden sınıf mücadelesini
sonuna kadar sürdürmelidir.
Devrimci
yenilgiciliğin özü budur. Kuşkusuz teori ve önerme bundan ibaret
değildir, fakat devrimci yenilgiciliğin diğer yanları bu
enternasyonalist çizgide uzlaştıktan sonra rahatlıkla
halledilebilir. Lenin’in bu görüşünün farklı ve yer yer
birbiriyle uzlaşmayan yönlerini vurguladığı dönemler olmuştur.
Örneğin “ehven-i şer”, “her ikisi de şerdir”, “yenilgi
devrimi kolaylaştırır”, “Çarlık Rusya’sına özgü bir
slogan”, “devrimci yenilgiciliğin uluslararası geçerliliği”,
vs. Bunların hiçbiri devrimci yenilgicilik kavramının özünden
uzaklaşmaya yol açmamalıdır: Devrimci yenilgicilik burjuva
hükümete, onun temsil ettiği sisteme ve burjuva ulus-devlete
karşı, savaş durumunda da uzlaşmaz bir sınıf mücadelesi
yürütmeyi savunur. Bu sloganın ülkenin yenilgisini istemekle ya
da bunun için aktif çaba göstermekle (bozgunculukla), yenilginin
devrimi kolaylaştıracak olmasıyla vb. ilişkisi olmadan da, mutlak
bir geçerliliği ve haklılığı vardır ve bu geçerlilik
enternasyonalist sınıf mücadelesinin haklılığından
gelmektedir. Esas hedef proletaryanın farklı kılıflar altında
saflarına sızabilen milliyetçiliğe karşı savaşması ve kendi
sınıfının enternasyonalist bayrağını yere düşürmemesidir.
Ancak
aşağı da ki 2. bölümden alıntı da göreceğimiz gibi;
Aynısı
devrimci yenilgicilik için de geçerlidir. Kitlelerin burjuva
milliyetçi görüşlerin ağır etkisi altında olduğu ilk gün
“ülkemiz yenilsin istiyoruz” sloganıyla onlarla bağ kurmaya
alışmak, özünde, bağ kurmayı reddetmek ve daha da önemlisi
onları kaderine (burjuvazinin insafına) terk etmektir. Nasıl ki
direnişe gittiğimizin ilk günlerinde henüz güvenini
kazanamadığımız işçilere sendika bürokrasisi eleştirisi
yapmak genellikle sendika yönetimine daha fazla bağlamaya yol
açıyorsa, burada da benzer bir durum söz konusu olabilir. İşçinin
burjuva önderliğe güveninin en yüksek olduğu dönemden
bahsediyoruz. Bu dönemde yenilgicilik görüşünü, bu doğruyu
bilhassa doğru cümleler ve doğru araçlarla ulaştırmak
zorundayız.
Bu
siyasi yapı, kendi oportünizmini burada teşhir ederek, kitlelere
ulaşma aracı konusunda slogan ve ajitatif yönleri dikkate alarak,
ulusalcıların yaşadığı bir bölgede kürt sorununa dair
kendisini görünür kılmayacağını, ancak kürtlerin yoğun bir
bölgesindeyse kürtçülük yapabileceğini öne sürmektedir. Buna
da marksizmde, oportünizm denir.
1.Bölümde
ki çelişkilerin bir yüzünü 2. bölümde diğer yüzünü de 3.
bölümde görmeye devam edip, bu oportünizmi teşhir edeceğiz!
2.Bölüm
-Lenin'in,
doğrudan yenilgicilik teorisini vatan hainliği üzerinden
değerlendirmesine eleştiri olarak bu siyaset, ortaya geçiş talebi
sunma fikriyatı gösteriyor. Ve kendisi barış sloganlarını yad
ediyor. Yani bu süreçte sınıf uzlaşmacılığı çizgisini
benimseyip, pasifist bir çizgiye düşüyor. Bu siyaset'in 1.
bölümünde söylediklerini yad etmekte fayda var;
“Devrimci
yenilgicilik” proletaryanın barış dönemindeki sınıf
politikasını savaş sırasında da özünü değiştirmeden
savunması gerekliliğini anlatır. Devrimci yenilgicilik bir sınıf
siyaseti olarak düşmanı dışarıda değil, içeride arayan, bu
nedenle savaş durumunda bile çizgisini değiştirmeyen devrimci
proleter tavrın adıdır. Tam karşıtı ise duygusal değil, yine
siyasal ve sınıfsal bir tabir olarak alınması gereken
yurtseverliktir, yani esas düşmanın sınırların dışında
olduğunu düşünen ve sınıflar üzerinden değil uluslar
üzerinden düşünmek gerektiğini vaaz eden ideolojidir. Kısacası,
yurtseverlik ulus-devlet denen burjuva kurumu savunmak, savaşta o
ulus-devletin sahibi olan burjuvaziden bağımsız bir siyasi çizgi
izlememek, proletaryayı bu milliyetçi siyasete hapsetmektir.
Bu
duruma ilişkin olarak 2. bölümden alıntıyla devam ediyoruz;
Liberal
solcular gibi, barışı ana slogan haline getirmeyiz, çünkü
kitlelerde yanılsamalar uyandırır. Kapitalizm yanlıları
savaşları olağan işleyişten sapma olarak görüyorlar, bir
toplumsal sistemin (kapitalizmin) zorunlu ürünü, farklı ülke ya
da milliyetten burjuvaların kendi içlerindeki kapışmaları
diplomasiyle halledemedikleri ölçüde kaçınılmaz hale gelen
olağan gelişmeler olarak değil, talihsiz birer kaza olarak
görürler. Oysa Marksistler açısından savaş, Lenin’in bir
Prusyalı generalden sık sık alıntıladığı bir tabirle,
siyasetin başka araçlarla (yani şiddet araçlarıyla)
sürdürülmesidir. Savaş bir sapma değil, kapitalizmin organik
ilişkilerinin devamıdır. Bu yüzden barış dönemiyle savaş
dönemi arasında kesin ayrım yapmak, kapitalizmde kalıcı bir
barışın olabileceğine dair yanılsamalar uyandırmak kabul
edilemez. Barış sloganını devrimci iktidar sloganına bağlamak
ve gerçek barışın işçi iktidarıyla geleceğini söylemek
gerekir.
Burada
gördüğümüz gibi, bu siyaset kendi içerisinde çelişiyor. Ve
çelişki hala devam ediyor;
Gelgelelim
aynı sivri nitelik devrimcilerin kitlelerden yalıtılmasına da yol
açabilir. Lenin’in “eğip bükmeye gerek yok, bu tutum vatana
ihanettir” yaklaşımının kitleleri cezbetmesini beklemek
gerçekçi olmaz. Bu sloganı kitlelere ulaştırabilmek için bir
ara formüle ihtiyaç vardır. Bu şekilde bakıldığında, aslında,
doğru formüle edilmiş barış sloganı savaşın başlangıcında
çok daha işlevseldir, kullanılması gereken bir geçiş
sloganıdır. Kitlelerin gözünde savaşın anlamsızlığını
teşhir etmeye başlayacağımız sloganlardan biri bu olmalıdır.
Burada
ki temel sıkıntının özünü, Lenin ve Bolşeviklerin, tarihsel
koşullarından söküp atma da yatmaktadır.
Bu
siyaset, kendisini meşrulaştırmak adına burada ki tarihsel
koşullarda oynamalar yapıp, kendisine ve kitlesine meşru kılıyor.
-Aynı
Siyaset, oportünist dalgaya düşerek kitlelere oynamak gerektiğini
söyleyerek, kitlelere yenilgicilik teorisi ile gidilmenin yanlış
olduğunu vurgulayarak, aslında kitle partisi olduğunu kendi
kendisi teşhir etmektedir. 1914 sürecinde bolşevik parti
içerisinde yalpalamalar olduğunu ve bununda yenilgicilik teorisinin
hatasından dem vurmakta. Ancak bu parti, çok önemli bir kıstası
unutmakta; Bolşevikler, hiçbir koşulda işçi sınıfının tümünü
örgütlemek gibi bir kitleciliğe düşmemiş, işçi önderlerini
örgütlemeyi ana hedef haline getirmiştir.
-Aynı
siyaset, yaptıkları oportünizmi ifade ediyor;
Peki,
o halde devrimci yenilgicilik bizim için yalnızca bir süs müdür?
Hayır, elbette değil! Öncelikle, sloganın hiçbir şekilde
kullanılamaz olduğu da söylenemez. Hükümete tepkinin çok fazla
olduğu dönemlerde, bilakis, bu sloganın bir taktik olarak
kullanışlılığı da artar. Zaten Lenin devletin yenilgisi değil,
hükümetin yenilgisi vurgusu yapmakla da buna dikkat çekiyor
diyebiliriz. Diğer yandan, siyaseti soyut doğruları söylemekten
ibaret görmeyen devrimci Marksistler olarak, bu sloganın uygun
olduğu bağlamları belirlemek esastır. Sorun doğru görüşlerin
kitleler tarafından benimsenmesini sağlayacak şekilde formüle
etmektir. Savunduğumuz şeyleri, örneğin devleti yıkma fikrini,
işçi kitlelere dosdoğru anlatmayıp daha düzgün formüle
ediyorsak bu slogan için de durum aynıdır. Zaten siyaset budur.
Devlet
ve hükümet bazlı ayrışma yaparak, hükümetin, devlet
iktidarının temsilcisi olduğu yani, burjuvazinin temsilcisi olduğu
gerçeğinden uzaklaşan merkezci siyaset, Devlet yapısını
çözemediğini açık açık itiraf ediyor ve sonra devam ediyor:
Kitlelere her şeyin dosdoğru anlatılamayacağını yani diğer bir
deyişle, duruma ve yere göre, söylemlerinin değişebileceğini
savunan hareket, kitlelere yedeklenerek oportünist olduğunu itiraf
ediyor. Oysa zaten oportünizmin çıkış noktası kitlelere
yedeklenmektir. Oysa ki burda belirleyici olan, Bolşevik olduğunu
iddia eden bir partinin kitlelere sunacağı perspektiftir.
-Bu
siyaset, yenilgicilik teorisi üzerinde, kendisini meşrulaştırmak
adına böyle bir yol izlemiş;
Aynısı
devrimci yenilgicilik için de geçerlidir. Kitlelerin burjuva
milliyetçi görüşlerin ağır etkisi altında olduğu ilk gün
“ülkemiz yenilsin istiyoruz” sloganıyla onlarla bağ kurmaya
alışmak, özünde, bağ kurmayı reddetmek ve daha da önemlisi
onları kaderine (burjuvazinin insafına) terk etmektir. Nasıl ki
direnişe gittiğimizin ilk günlerinde henüz güvenini
kazanamadığımız işçilere sendika bürokrasisi eleştirisi
yapmak genellikle sendika yönetimine daha fazla bağlamaya yol
açıyorsa, burada da benzer bir durum söz konusu olabilir. İşçinin
burjuva önderliğe güveninin en yüksek olduğu dönemden
bahsediyoruz. Bu dönemde yenilgicilik görüşünü, bu doğruyu
bilhassa doğru cümleler ve doğru araçlarla ulaştırmak
zorundayız.
Bu
siyasetin temel anlamda göremediği şey şudur; Yenilgicilik
teorisi üzerinden kendisini meşrulaştırmak adına, ilk kez
görüştüğü işçiye, yenilgicilik teorisi üzerinden gidilmenin
yanlış olduğunu vurgulama noktasıdır. Zaten böyle bir söylemle
gitmek sol komünist bir tavırdır. Yenilgicilik teorisinin varlığı,
günümüz şartlarında, suriyeyle olası bir savaş durumunda
geçerlidir. Ancak olaya tanıdığın ilk işçi olarak bakmak
kendini meşrulaştırmaktır. Burada aslolan olgu şudur;
Kadrolarının ve belli ölçüde senin görüşlerini benimseyen
kitlenin, senin siyasetini ne kadar tanıdığı ve senin onu hangi
ölçüde geliştirdiğin(marksizmi öğrettiğin) noktasıdır. Ama
bu siyaset kendi oportünizmini, meşrulaştırmak adına uç
örnekler vererek, merkezci çizgiye düşüyor.
2.Bölüme
dair şunu söylemek gerekirse;
1.
Bölümde ateşli bir devrimciyi oynayan siyaset, 2. bölüme
geldiğinde oportünist çizgiye düşmüştür.
3.Bölüm
3.Bölümde
ise, 1. bölümde bahsettiğimiz, eşitsiz-gelişim yasasına yer
veriyor bu siyaset, ancak durumu ehven-i şer olarak değerlendirerek,
1. bölümde söylediklerini yalanlıyor;
-Bu
çerçevede, emperyalist savaşlarda daha güçlü olan ülkenin
yenilmesi bizim genel sınıf çıkarlarımıza daha uygun değil
midir? Örneğin Türkiye ile Almanya arasında bir savaş çıkması
durumunda Almanya’nın yenilmesi ehven-i şer değil midir?
Enternasyonalizm bağlamında değerlendirildiğinde, özelde kendi
ülkemizin yenilgisi “bizim” işimize yarayacaktır, ama
Almanya’nın yenilmesi tüm dünya işçi sınıfının işine
yarayacaktır, zira Türkiye kolsa, Almanya kalptir.
Keza
Lenin’in bu mantıkla, yani salt bir propaganda malzemesi olarak
değil, ilke olarak koyduğu düşüncesiyle meseleye
yaklaştığımızda, o dönemde her ülkenin devrimcilerinin kendi
ülkelerinin yenilgisini istemesini değil, güçlü ülkenin ve
devrimcilerin esas güçlü olduğu ülkenin yenilgisini istemeleri
gerekirdi. Almanya’nın yenilmesi Rusya’nın yenilmesinden daha
yararlı olacaksa o zaman mantıken Almanya’nın yenilmesini
savunmak gerekirdi. Sonuçta Almanya’da devrimciler daha güçlü,
işçi sınıfı daha örgütlü değil mi? Ama bu mantık tam da
Kautsky’lerin Birinci Dünya Savaşı sırasında söylediklerinin
ters çevrilmiş halidir: “Elbette bizler Almanya’yı
savunmuyoruz, işçi sınıfının Almanya’da elde ettiği
mevzileri savunuyoruz.”
Bu
siyasetin 1. bölümde yazdıklarını hatırlamakta fayda var;
Marksistlerin
savaşlara yaklaşımı küçük ülke-büyük ülke ayrımına
dayalı olamaz. Sınıfsal bakış açısı nicelikle değil,
nitelikle alakalıdır; aslolan kapitalist devletler tarafından
yürütülüyor olmasıdır. Ülkelerden birinin diğeri kadar büyük
olmaması büyük olmak istemedikleri ya da emperyalist emelleri
olmadığı anlamına gelmez. Küçük olması o kapitalist ülkenin
emperyalist emellere sahip olduğu, kapitalist bir devlet olduğu ve
içeride işçi-emekçileri sömürdüğü, BASKIaltına aldığı
gerçeğini değiştirmez. Emperyalizm genel olarak bu çağda kâr
amaçlı yürütülen savaşları, çatışmaları, vs. anlatır.
Örneğin ABD ile Malta arasındaki bir savaşta Malta’nın
emperyalist çıkarlarından bahsetmenin mantığı yoktur, ama o
savaşta bile Malta devletini masum ilan edip gözümüz kapalı
desteklemeyiz. Emperyalist savaşın tanımı böyle bir şey
değildir. Lenin’in ifade ettiği şekliyle,
Ve
daha bitmedi, şöyle devam ediyor, bu siyaset;
“Küçük
olan değerlidir” proletaryanın değil, küçük burjuvazinin
bakış açısıdır. Bu şekilde, meselenin özünü kaçırmış ve
sınıf perspektifinden çıkmış oluruz.
Burada
da anlaşılacağı üzere, bu siyaset kendisini küçük-burjuva
örgütü olarak ilan etmiştir!
Sonuç;
1.Bölüm
2. bölümü yalanlarken, 2. Bölüm 1.Bölümü yalanlıyor.
3.Bölümse 1.Bölümü yalanlıyor.
Bu
durumun yaşanma nedeni, tarihsel koşulların göz ardı edilip,
kendisini meşrulaştırma noktasına girme durumudur. Aynı zamanda
böyle bir siyasi yazı, kendi kitlesine ve okuyucularına, biz her
şekilde düşünüyoruz. Hangisini kabul ederseniz buyrun gelin
çağrısıdır. Ancak temel hata da burada gözükmektedir.
Oportünizm bu algıdan ortaya çıkmaktadır.
Diğer
açıdan incelediğimizde, tarihsel koşulları hatalı da olsa, ele
alan bir siyasetin günümüz koşullarında herhangi bir şey
söylememesi ve buna dair teori geliştirememesi kendisinin de ifade
ettiği şekilde, taktiksel arka planı görememe algısındandır.
Çünkü ne merkezi komitesini, ne kendi kadrosunu ne de kendi
kitlesini buna hazırlamıştır. Yani somut anlamda söylersek,
bolşevik parti programından uzaklaşmıştır.
Merkezciliğinde
genel sıkıntısı tarihsel vurgularda keskin kendinden emin bir
leninist model çizip, güncel konularda sağ oportünist bir çizgide
yedeklenme durumu içerisine girmesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder