Kobane'ye uzanan bir yardım köprüsü olarak, orada yaşayan çocukların mevcut savaştaki yaralarını bir nebze olsun sarmak için SGDF'nin çağrısı ile 300 sosyalist genç topladıkları oyuncaklar, kitaplar ve Kobane'ye ekmek için fidanlarla İstanbul ve Türkiye'nin diğer illerinden yola çıkmış. Kobane'ye geçmeleri mümkün olmamış ve bu yüzden aslolarak bu insanlık dışı uygulamayı protesto etmek için yaptıkları basın açıklamasını sırasında İŞİD'e atfedilen ve bizce İŞİD'in doğrudan planlayıcısı olmadığı, aslolarak doğrudan devletin planlayıp, uygulayıcısı olduğu bir "canlı bomba" saldırısı sonucunda 32 gencecik yürek parçalanan bedenleriyle birlikte katledilmiştir. Yüzlerce can ise çeşitli şekillerde yaralanmıştır. Kobane'de savaşın yaralarını sarmak için yola çıkan gencecik canlarımız Suriye'de ve yaşadığımız topraklardaki haksız savaşların esas faili olan devlet tarafından katledildiler.
Yaşanan gelişmeler de anında faili açıklayan Akp Hükümeti (İŞİD), belirtilen faile karşı somut bir karşılık vermek yerine yaşanan kaotik ortamı aslolarak halkın ilerici güçlerine ve Kürdistan Özgürlük Hareketi'ne karşı bir saldırının gerekçesi saydı.
Bizce yaşanan gelişmelerde şaşırtıcı bir durum bulunmamaktadır.. Çünkü T.C egemenleri özellikle Gezi ve sonrasında 6-8 Ekim Kobane İsyanları dolayımıyla, iç güvenlik paketleriyle birlikte içeride baskıcı-faşizan bir yönelime girmiş ve bunun dışında da kaçınılmaz biçimde AKP ve Erdoğan'da cisimleşen sivil bir Bonapartizmin inşası için engeller ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
Özellikle Erdoğan'ın şahsında şekillenen Bonapartist-Diktatörlük yönelimin toplum nezdinde yarattığı etki ilk kendisini Gezi İsyanında dışa vurmuştu. Yükselişinin görkemine karşın Gezi İsyanı aynı şekilde devrimci talepleri programlaştırabilen devrimci bir önderlik, hatta devrimci talepleri tok bir tutumla dile getirebilecek devrimci bir cepheleşmenin eksikliği dolayımı ile liberal ve orta sınıf temsilcilerinin elinde püskürtülmüş, düzen içi bir hareket olarak ölüme, ölmese bile bitkisel yaşama terk edilmiştir.
Mevcut yükseliş süreci AKP'nin programında kısa bir es vermesine yol açmakla birlikte, AKP iktidarı programını uygulamaktan geri durmamıştır.
17-25 Aralık ve Tır Olayları ile Uluslararası Burjuva Hukuku üzerinde AKP'nin yaldızlarını sökmüş Arap Baharının dalgasını kullanıp "Bölgesel Güç" olma hayalleri ise Mursi'nin çöküşüyle tuzla buz olmuş, kaybolan itibar Suriye İç Savaşı'na daha hırslı ve aslında daha ellerine yüzlerine bulaştırdıkları bir sürece girmelerini sağlamıştı.
Kürt halkının 6-7 Ekim'de Kobane dolayımıyla gelişen haklı ve tarihsel Serhıldan'ı ise aslolarak AKP iktidarını sarsmış, titretmiş ve bu anlamda sokaktaki polis-devlet terörünün elini kolaylaştıran iç güvenlik paketleri devletin yeni bir konseptle yeniden inşa edilmeye çalışıldığını göstermiştir.
Egemenler elbette mevcut süreçleri inşa ederlerken politik ustalıklarını kullanıp, havuç-sopa politikalarından geri durmamış, bu doğrultuda devrimci öncüller sürekli bir şiddet ve baskı sarmalında imha ve sindirmeye mazur bırakılırken, liberal-tasfiyeci önderlikler ise devlet ve burjuvazi tarafından sürekli pohpohlanıp parlatılmaktan geri durmamıştır.
Bu anlamı ile Gezi'nin liberal ve tasfiyeci bir yorumu olarak HDP projesi ortaya çıkmış, burjuvazinin sözcüleri tarafından da övgülere mazhar olmuşlardır.
Dolmabahçe Protokolü gibi gelişmelerde aslında burjuvazinin hakim kesimlerinin Kürt sorununa dönük "burjuva" çözümünün bir pratiği olarak ortaya çıkmış, ancak bir Bonapartist olarak Erdoğan bu çözümde kendi siyasal sonunu gördüğü için uygulanamadan rafa kaldırılmıştır.
Buradan bakıldığında aslında eksiklik karşımıza çıkmaktadır. Gezi'nin liberal-tasfiyeci yorumlarına karşı Gezi'nin, 6-8 Ekim Serhıldanının ve Suruçtaki genç sosyalistlerin düşlerinin sözcüsü olabilecek devrimci bir kitle partisinin özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi tarafından inşası...
Mevcut süreç 7 Haziran seçimlerine doğru aslında bütün bu gerilimli ve gel-gitli pratik ile şekillenmiş oldu. Aslında 7 Haziran'a gidilen süreçte, AKP iktidarının temel yönelimini belirleyen şey Erdoğan için yaratılmaya çalışılan başkanlık histerisi ve bu anlamı ile aslında Türkiyede ki bütün ilerici güçlerin HDP arkasında bloklaşan AKP'yi özellikle temsili demokrasi üzerinden beslenen %10 barajı gibi politikalarını boşa çıkarmaya dönük en başarılı yönelimidir.
Özellikle seçim sürecinde HDP'ye karşı AKP'nin ve dolayımıyla Devlet'in tavrı aslında inkar ve imha politikalarının bir devamı olmuş. Yüzlerce saldırı ve 10'a yakın insanın katledilmesi, keyfi engellemeler, faşist çetelerin saldırıları, patlatılan bombalar, Kobane'de engellenmeye çalışılmış, buna rağmen bir "radikal demokrasi" projesi olmasına karşın, Kürt Özgürlük Hareketi dolayımıyla komünist devrimcilerinde pratik de dahil olmak üzere tereddütsüz desteği ile %13.1 gibi aslında ciddi bir yükselişle HDP parlamentoda yer almıştır. Ancak bizce özellikle seçim süreçlerindeki saldırılarla esas hedeflenen HDP şahsında ve merkezinde somutlanan liberal-tasfiyeci blok değil Kürt Halkı'nın devrimci dinamikleri olmuştur.
Ve seçim sonuçları AKP için sonun başlangıcına işaret etmekteydi, eğer Burjuvazi'nin sözcüsü olan partiler, birleşik bir tutumun pratiğini örebilseydiler, tam da seçim sonrası hükümet kurma çalışmalarının başladığı dönemde ve erken seçim olur mu olmaz mı tartışmaları yaşanırken AKP'nin tutumu meydana geldi. Suruç Katliamı ile bu fırsatı yaratan AKP egemenleri Kürt halkına ve devrimci-sosyalist güçlere dönük kapsamlı bir saldırıya başlamış bulundular.
Liberal-tasfiyeci baylarımıza bakarsanız yaşanan süreç bir seçim yatırımı. Oysa gerçeklik tam tersine süreklileşen bir yeni dönem ve konsepti işaret etmekte. 90'lı yılların düşük yoğunluklu savaşı bir iç savaş ruhuyla inşa edilmekte.
Üstelik hükümet atma niteliğinin bile geçici olduğu, parlamenter olmayanlardan oluşan bir hükümetin savaş ilanının traji-komikliğini bu pek "demokrat" baylarımız bir düşünsün.
Yaşanan bir iç savaş hazırlığıdır ve hazırlıklar da, mücadele biçimleri de buna göre yapılmalıdır.
İÇ SAVAŞ MANZARALARINDA DEVRİMCİ YENİLGİCİLİĞİ DÜŞÜNMEK
T.C'nin yöntemlerinde şaşırtıcı bir şey yok. Ancak mesela "devrim ve sosyalizm" ya da "Özgür Kürdistan" iddiasında olanların tutumunda saklı.
Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Bu anlamıyla her devrimci özne esasen hedefleri ve bu hedeflere doğru kastettiği yolun doğruluğu ya da yanlışlığı üzerinden politikalarını değerlendirmek zorundadır.
Karşımızda bir iç savaş hamlesi var ve "burjuvazi bizi kavgaya davet ediyor." Bu daveti elimizin üstüyle tersiyle itmemiz- yok olacağımızı bile bile - aslında teslim olmak demektir. Bu anlamı ile ayakları yere basmayan kaba barışçıl söylemlerin temelini bu teşkil etmektedir. Paylaşım mücadelesinin bir aktörü olan T.C iktidarının yıkılması ve yerine eşitlikçi bir proleter iktidar için savaşmak, Kürdistan'ın tam özgürlüğü için savaşmak, Ortadoğu'ya sosyalist federasyonu için savaşmak; Komüninst devrimciler bunları bayraklaştıracak, bunlar için mücadele edeceklerdir.
Ancak esasen bu savaşın esas öznesi, proleter devrimci bir önderlik yani devrimci Bolşevik bir parti olmadığı için, Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketidir. Bu anlamıyla bizlerin dile getirdiği devrimci görevler başkalarına ihsan edeceğimiz akıl vermeden olmamalıdır elbet. Öbür taraftan mevcut konjöktür ve güçler ilişkisi üzerinden değerlendirdiğimizde, hedeflerine varma ve uygulama kapasitesi ve örgütlülüğü anlamında Kürt Özgürlük Hareketi bu güç ve olgunlukta bir harekettir. 6-8 Ekim Serhıldanı, Rojava Direnişi tam da bu adımların pratikte karşımıza çıkan tezahürleri olmuştur.
Tarihsel tecrübeler göstermiştir ki belirli tarihsel dönemeçlerde, esas görev ve hedeflerin doğrultusunda pratik adım atmakta ayak dirediğinizde, tarihsel hatalar bizim fiziksel ve politik imhamızı da beraberinde getirmektedir.
Devrimci hareketin durumu ortadadır. Gezi İsyanı döneminde de gördüğümüz gibi, sokakta militan mücadelenin öznesi olanlar, harekete önderlik edebilecek politik esneklik ve bloklaşma ruhundan uzak kalmışlardır.
Yaşanan gelişmeler eski örgüt ve mücadele biçimleriyle devam edilemeyeceğini apaçık göstermiş, bu anlamıyla öz savunma ve bulunulan alanlarda pratik ihtiyaçları karşılayacak ortak kolektif komite ya da konseyler zorunlu bir hal almıştır.
Bırakalım sol tasfiyeciler ve liberaller kaba barış çığlıklarıyla aslında yitirdiğimiz canlarımızın mezarlarının üzerine basmaya yeltensinler, bizler onların düşledikleri için gerçekten mücadele etmeye devam edelim ki yitirdiklerimizin savundukları düşleri gerçek kılalım.
Bu doğrultuda;
1-Askerler, kardeşlerinize ve halka kurşun sıkmayın; Askeri komiteler kurun. Komutanlarınızın emrine itaat etmeyin, Özgürlük ve Eşitlik için kardeşlerinizin yanında savaşın. Bu savaş sizin savaşınız değildir. Esas savaşınız sizlerin canları üzerinden karına kar katan sermaye diktatörlüğüne karşı olmalıdır
2-İşçiler savaşın pahalıya patlayacağını burjuvaziye gösterin. Genel grevle savaşı karşılayın. Fabrika komitelerinde birleşin. Burjuvazinin Savaşı sizlerin katli, açlık ve yoksulluk demektir.
Savaşa Karşı Sınıf Savaşı!
Kapitalizm Yıkılmadan Dünyaya Barış Gelmeyecek!
Özgürlük Savaş İşçilerle Gelecek!
SERKAN CİBRAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder